Mimarlık Tarihinde En Çok Gözardı Edilen 10 Kadın

Sektörden 2864+ kez okundu.
 

Mimarlık Tarihinde En Çok Gözardı Edilen 10 Kadın

İlginçtir, mimarlığın kadınlara en çok yakıştırılan meslek olmasına ve mimarlıkla ilgili her türlü etkinlikte kadın erkek oranlarının eşit dağılım göstermesine rağmen, dünya çapındaki tanınmış mimarlarda ağırlık hep erkeklerden yanadır.
İlginçtir, mimarlığın kadınlara en çok yakıştırılan meslek olmasına ve mimarlıkla ilgili her türlü etkinlikte kadın erkek oranlarının eşit dağılım göstermesine rağmen, dünya çapındaki tanınmış mimarlarda ağırlık hep erkeklerden yanadır. Daha aramızdan yeni ayrılan kadın star mimar Zaha Hadid, halen sıra dışı bir örnek olarak gösterilir.   Peki, kadınlar erkeklere göre mimarlıkta gerçekten de daha az mı yeteneklilerdir? Aşağıdaki makale bunun cevabını oldukça çarpıcı bir şekilde veriyor. Özellikle de 20. yüzyıldaki teknolojik, endüstriyel ve kültürel devrimsel gelişmelerle birlikte, mimarlıkta da hızlı bir klasikten kopuş ve modernizmde yöneliş gerçekleşmiştir. Bu gelişmelerin merkezinde konumlanan Le Corbusiere, Mies, Wright ve Kahn gibi erkek mimarların adları da adeta zihnimize kazınmıştır. Tüm olağanüstü mimari kazanımlarımın tek pay sahibi olarak kabul edilmişlerdir. Oysa gerçekte hepsinin yolu en az kendileri kadar yetenekli kadınlarla kesişmiştir. Kendi adıma, Frank Lloyd Wright evlerinin hayranı olarak, onlarla adeta özdeşleşen enfes suluboya çizimlerinin bir kadın mimarın elinden çıktığını ve aynı kadının şehirciliğini mükemmel bulduğum Avustralya’nin başkenti Canberra’nın tasarımında da yer aldığını bilmiyordum.  Aynı şekilde Le Corbusier’in takıntılı vandalizmi de beni oldukça şaşırttı. Harlem doğumlu ilk Afro-Amerikalı kadın mimarın olağanüstü profesyonelliği ve başarısına ise ancak şapka çıkarılır. Aslında adı geçen her bir kadın mimarın yaşamı dizi senaryosu olmaya aday. İnternette adlarını girdiğiniz anda birbirinden güzel ve adeta zamanüstü modern eserleriyle karşılaşıyorsunuz. Mobilya tasarımına ise çığır açmışlar. Ancak zamanında ya görmezden gelinmiş ya da erkek mimarların gölgesinde kalmışlardır. Belki bu bir ölçüde halen günümüz mimarlığı için de geçerlidir. Ancak bu konuda büyük gelişmelerin kaydedildiği ve günümüzde kadın mimarların da her alanda son derece başarılı olduğu yadsınmaz bir gerçek. Başka bir açıdan bakacak olursak, mimarlığı kadın ve erkeğin birbirlerini en mükemmel şekilde tamamlayabildiği meslek olarak da tanımlayabiliriz. Mimarlık Tarihinde En Çok Gözardı Edilen 10 Kadın Mimarlık tarihine geri baktığımızda kadınların elastik dokuma kumaşları ve hidrolik direksiyonlar gibi 1950’lerin icadı oldukları düşünülebilir, ancak bunun gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi yoktur. Le Corbusiere, Mies, Wright ve Kahn gibi büyük isimler kuşkusuz kadın meslektaşlarına da ilham vermişlerdir, ama toplumun katı yapısı nedeniyle katkıları çoğunlukla görmezden gelinmiştir. Sophia Hayden Sophia Hayden Benett, 1869’da Santiago Şile’de Şileli bir baba ve Amerikalı bir annenin kızı olarak dünyaya geldi. 1890’da MIT’den ilk mimarlık diplomalı kadın olarak mezun oldu. Ancak elde ettiği derece ona iş güvencesi sağlamadı; tüm iş bulma çabaları başarısız kalınca, Boston’da bir lisede teknik ressam öğretmeni görevini kabul etmek zorunda kaldı. 1891’de Daniel Burham’ın Şikago’daki devasa Kolomb Dünya Fuarı için kadın mimarlara yönelik kadın evi tasarlama çağırısı, Hayden’in ilgisini çekti. Hayden aynı zamanda üniversite tezi de olan İtalyan Rönensans tarzında üç katlı bina projesiyle yarışmaya katıldı. Hayden’in tasarımı sunulan on üç teklif arasında birinciliği kazandı. Hayden o zamanlar henüz yirmi bir yaşındaydı ve tasarımı karşılığında 1000 dolar aldı. Bu diğer erkeğin tasarımcılarının aldığının sadece onda biriydi. Ancak yapının inşası sırasında Hayden sürekli yakın takibe ve inşaat komitesinin taviz taleplerine maruz kaldı. Genç kadının üzerindeki baskılar o kadar yoğunlaştı ki, sonunda manen çöktü ve zorunlu sanatoryum istirahatına alındı. Birçokları için bu gelişme kadınların mimarların dünyasında yerlerinin olmadığının göstergesi olarak kabul edildi. Sergiden sonra Hayden bir daha asla mimar olarak çalışmadı. Marion Mahony Griffin Marion Mahony Griffin, sadece dünyadaki ilk lisanslı kadın mimarlardan biri değildi, aynı zamanda Frank Lloyd Wright'ın ilk çalışanıydı da. 1871'de doğumluydu ve MIT'de mimarlık okudu. 1894’teki mezuniyetinden sonra aralarında Wright’ın da olduğu birçok başka mimarlarla aynı binayı paylaşan kuzeninin yanında çalışmaya başladı. 1895’te Wright onu işe aldı. Onun ilk çalışanı olarak Kır Tarzı’nı geliştirmesinde büyük etkisi olurken, akvarel çizimleri Wright eserlerinin sembolü haline geldi. Ancak tam da o zamanların tipik yaklaşımı olarak, Wright hiçbirinde onun adına yer vermedi.  1909’da Wright’ın Avrupa’ya giderken stüdyoyu Mahony’ye bırakmayı teklif etmesi, ancak onun geri çevirmesiyle işbirlikleri sona erdi. Ancak daha sonra Wright’ın halefi, tasarımda tüm kontrolün Mahony’de olması koşuluyla, onu tekrar işe aldı.  1911’de kendisi gibi Wright ile çalışmış olan Walter Burley Griffin ile evlendi. İkisi beraber bir ofis kurdular ve kısa zamanda Avustralya’nın başkenti olan Canberra’yı tasarlama teklifini aldılar. Genç çift projeyi denetlemek amacıyla Avustralya’ya yerleşti ve ardında da Griffin’in 1937’deki vefatına kadar çalışmalarına Hindistan’da devam etti. Eşinin vefatının ardından Mahony, 1961 yılındaki kendi vefatına kadar, bir daha mimar olarak çalışmak istemedi. Eileen Gray Eileen Gray, 1878 yılında  İrlanda Enniscorthy’deki varlıklı aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Londra’da sanat okuduktan sonra, eğitimine devam etmek için 1902’de Paris’e gitti. Soho’da lake sanatı eğitimi aldıktan sonra yeteneklerini mükemmelleştirmek için Japon el sanatı ustası Seizo Sugawara ile birlikte bir stüdyo kurdu. Özellikle de yerel lake ürünleriyle tanındı ve kısa zamanda varlıklı müşterilerden iç mekân tasarım teklifleri almaya başladı. Tasarımları mimari ağırlıklıydı ve mekânı lake bölmelerle ayırarak, möble ile mimarlık arasındaki sınırları ortadan kaldırıyordu. İç mimarlık deneyimlerine dayanarak sevgilisi Jean Badovici ile Güney Fransa’daki Tatil Evi E-1027’yi tasarladı. Bu ev Gray’in en radikal möble tasarımlarının deneme mekânına dönüşerek, en ikonik çalışmalarının ortaya çıkmasına neden oldu. Badovici’den ayrıldıktan sonra Gray evden soğudu. Ancak başkası, Le Corbusier’in ta kendisi, bu eve takıntılı hale geldi. E-1027’nin yakınında küçük bir ve inşa ettikten sonra, günün birinde oraya gizlice sızarak içersini kendi duvar resimleriyle tahrip etti. Vefatında da bu evin yakınlarındaydı. Gray hayatının geri kalanını mimari tasarımlara adadı; 1937 yılında tatil merkezi tasarımları Paris’teki Le Corbusier’in Esprit Nouveou fuarı pavyonunda sergilendi. Ancak kendisi camiadan uzaklaştı ve sadece kendi kullanımı için tasarlamış oldu iki adet projesi inşa edildi. 1960’ların sonunda artık çalışmaları hemen hemen unutulmuş gibiydi. 1976 yılında vefat etti. Hem Paris’teki Pompidou Merkezi’nde geçici hem de İrlanda’daki National Museum’da sürekli sergide, Gray’in Le Corbusier ve  Mies von der Rohe ile birlikte modernizmin merkezindeki öncülerden biri olarak tekrar itibarının kazandırılması amaçlanmaktadır. Lilly Reich Mies Van der Rohe’nin birçok tanınmış eseri, özellikle de möble tasarımları, bu kadın olmaksızın gerçekleşemezdi. Mies’in çok ender olarak fikir sorduğu, ancak Lilly Reich’inkileri her zaman duymak istediği söylenir. 1885 yılının Haziran'ında Berlin'de doğan Reich, o zamanlar kadınlar için uygun bir tasarım kariyeri olarak görülen endüstriyel nakışçı eğitimi almak için liseden sonra Viyana'ya gider. 1911'de Berlin'e döndükten sonra moda ve mobilya tasarımcısı olarak çalışır ve Alman çalışma federasyonu olan Deutscher Werkbund’a katılarak 1920 yılında ilk başkanı olur. Tasarımcı olarak çalışması, onu Mies Van der Rohe ile tanıştığı Frankfurt'a götürdü. İkisi çok yakınlaştı ve Reich onun ofisinde çalışmaya başladı. İkili, 1928'deki Barcelona World fuarında Alman pavyonunun sanatsal yönetmenliğine atandı ve bu gelişme uzun süre modernizmin tanımlayıcı eserleri olarak kabul edilen Mies’in ikonik tasarımlarına öncülük etti. Kısa bir süre sonra Mies, Reich'i bulunduğu Bauhaus okuluna Yapı Müdürü olarak atadı. Ancak okulun 1933’de Nasyonal Sosyalist Partinin baskısıyla kapatılması nedeniyle, görev süresi kısa oldu. Savaş sırasında Reich birkaç küçük iş aldı, ancak 1937'de Mies’in Amerika'ya gitmesiyle beraber 12 yıllık ortaklıkları sona erdi. Mies’in Berlin’deki işlerinin sorumlusu olmaya devam ettiğinden, çizimlerinin 4000’den fazlasını Berlin dışından bir ahıra kaçırarak bombalanmaktan kurtarmayı başardı. Ancak 1939'da stüdyosu bombalandı ve İnşaat Mühendisliği Birliği’ndeki çalışma kampına katılmak zorunda kaldı. 1945 yılına kadar da yaşamını orada sürdürdü. Savaştan sonra Berlin Sanat Üniversitesi'nde İç Tasarım ve Yapım Teorisi dersleri verdi. Ayrıca Werkbund'u yeniden canlandırma toplantılarına katıldı, ancak yasal statünün kazanılmasından üç yıl önce, 1947'de vefat etti. Charlotte Perriand Paris’te mobilya tasarımı eğitimi alan Charlotte Perriand, 1927’de Le Corbusier’in stüdyosunda bir iş başvurusunda bulundu. Çalışmalarını beğenmeyen Le Corbusier kendisini, “Burada yastık işlemiyoruz” diyerek reddetti. Ancak daha sonraları çalışmaları Salon d'Automne sergilendiğinde, onlardan etkilendi ve Perriand’a mobilya tasarımı konusunda iş teklif etti. Stüdyosuna katıldıktan sadece bir yıl sonra, Perriand Le Corbusier’in en ikonik üç sandalye tasarımlarından olan B301, B306 ve LC2 Grand Comfort’u üretmişti bile. Görüşlerinin 1930'larda sola doğru kaymasıyla birlikte, Perriand birçok sol örgütte yer almaya başladı ve 1937 yılında da Modern Sanatçılar Birliği’ni kurdu. Le Corbusier'in rasyonel çalışmalarına insani bir yaklaşım katmasıyla bilinen Perriand’ın ahşap hasır tasarımları pahalı kroma göre daha uygun fiyatlar içermeye başladı; asıl amacı kitleler için işlevsel ve cazip mobilyalar geliştirmekti. Perriand 1940 yılında Ticaret ve Sanayi Bakanlığı'nın danışmanı olarak Japonya seyahatine davet edildi. İki yıl sonra ise devam eden savaş nedeniyle ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Avrupa'ya geri dönerken bir deniz ablukasında gözaltına alındı ​​ve Vietnam'da sürgüne zorlandı. Orada ilerdeki çalışmalarını derinden etkileyecek olan, dokuma ile ahşap işçiliği de içeren, oryantal tasarım eğitimi almaya başladı. Jane Drew İngiltere'deki modernizmin öncü savunucularından olan Jane Drew, aynı zamanda Le Corbusier'in çalışmalarını Hindistan'a ulaştıran isimdir. Londra’da Architectural Association’da eğitim gören mimar ve şehir plancısı Drew, aynı zamanda Le Corbusier’in CIAM’ını temel alan İngiliz modernist hareket MARS’ın da ana kurucularındandır. Ana ilkeleri, “Geleneksel kalıplaşmış tarzlar yerine, mekânın insan davranışlarına uygun kullanımı” üzerine kuruludur. Savaş sırasında Londra’da ilk başlarda tümüyle kadınlara yönelik çalışmalar yürüten Drew, sonraları şehir genelinde bir takım büyük projeler üstlendi ve sonunda kocası Maxwell Fry ile ortak oldu. Drew’un değerlerine uygun olarak, projelerinin büyük bir kısmı İngiltere, Batı Afrika ve İran’daki uygun fiyatlı konutlardan oluşuyordu. Drew’un Batı Afrika'daki çalışmalarından etkilenen Hindistan Başbakanı, kendisinden Pencap'ın yeni başkenti olan Chandigarh'ı tasarlamasını istedi. Drew, projeyi üstlenebileceğinden emin olamadığından ve o sıralar Britanya Festivali için konut tasarladığından, modernist Le Corbusier'i katkıda bulunmaya ikna etti ve ikisi arasında yakın bir işbirliği oluşturdu. Drew bu şehri sosyal amaçlı yeni konut stratejileri denemeleri için kullandı ve sonunda tüm Hindistan'daki konut tasarımını etkiledi. Lina Bo Bardi Çalışmalarının büyük çoğunluğunu savaş sonrası Brezilya'da gerçekleştiren İtalyan mimar Lina Bo Bardi, Oscar Niemeyer gibi akranların fütüristik çalışmalarının gölgesinde kalmıştır. Ancak yine de bir mimar olarak her zaman insanı önceleyen çalışmaları ve proje sakinlerince çokça sevilen estetik düzeyi yüksek mimarlığı ile tanınmayı başarmıştır. 1914'te doğan Lina Bo Bardi, 1939'da Roma Mimarlık Koleji'nden mezun oldukta sonra Milano'ya taşındı ve orada 1942 yılında kendi ofisini kurdu. Kısa süre sonra ofisi hava saldırısında hasar gördü. Savaş nedeniyle projeler de aksamaya başlayınca, başka çalışma alanlarını keşfetmeye yöneldi ve 1943'te Domus dergisine yönetici olarak davet edildi. Bo Bardi, 1946'da Brezilya'ya taşındı ve beş yıl sonra vatandaşlığa geçti. 1947 yılında ise Latin Amerika'nın en önemli müzelerden olan Assis Chateaubriand São Paulo Sanat Müzesi'ni (MASP) kurmaya davet edildi. Tasarımları, Brezilya’nın ilk modern sandalyelerinde olduğu gibi, birçok radikal unsur içermekteydi. 1948 yılında, kontrplak ve "tipik" Brezilyalı malzemelerden oluşan mobilyalar tasarlayabilmek için, başka bir İtalyan mimar ile Studio d'Arte Palma'yı kurdu.  1951'de, Brezilya'daki modernizmin merkezini oluşturan özel evi Glass House'u tamamladı. 1958 yılında da Bahia Modern Sanat Müzesi'ni yönetmesi için Salvador'a davet edildi. 1964'teki askeri darbe sonrası São Paulo'ya dönünce, çalışmaları çok basitleştirildi ve kendisinin “yoksun mimarlık” olarak nitelendirdiği hale dönüştü. Anne Tyng Yirminci yüzyılın önde gelen mimar teorisyenlerinden olan Anne Tyng, kız çocuğu sahibi olduğu Louis Kahn'ın tasarımlarının merkezinde yer alıyordu. Anne Tyng, 1920 yılında Çin'deki Piskoposluk Misyonerliği’nde dünyaya geldi. 1942'de Harvard Tasarım Yüksek Okulu'na kabul edilen ilk kadınlardan biri oldu ve orada Walter Gropius’tan eğitim aldı. Mezuniyetinden sonra, Kahn'ın firması Stonorov & Kahn'a katılmak için Philadelphia'ya taşınmadan önce, New York’taki birçok ofiste çalıştı. Tyng firmanın 1947'de bölünmesinde sonra da Kahn için çalışmaya devam etti. Hiçbir zaman kendi binasını tasarlamadı, ama geometriye olan ortak tutkularından ötürü Kahn'ın çalışmaları açısından vazgeçilmez bir konuma geldi. Bazıları onu Kahn’ın ilham perisi olarak gördü; Buckminster Fuller ise ona “Kahn’ın geometrik stratejisti” demeyi tercih etti. Tyng’in etkisini Trenton Bath House ve Yale Sanat Galerisi gibi Kahn tasarımlarının birçoğunda görmek mümkünken, Kahn’ın “Şehir Kulesi”nin büyük bölümü Tyng’in eseridir. Norma Merrick Sklarek İlklerin kadını olan Norma Merrick Sklarek, New York eyaletinde mimarlık lisansına sahip ilk Afro-Amerikalı kadın, California'da lisans alan ilk kadın ve Amerikalı Mimarlar Enstitüsü seçilen ilk Afro-Amerikalı üye olmuştur. 1926 Harlem doğumlu Sklarek, Columbia Üniversitesi'nden mezun olmasına rağmen, New York'taki firmalarda iş bulmakta zorlandı. "Kadınları veya Afro-Amerikalıları işe almıyorlardı ve bende hangisinin söz konusu olduğunu bilmiyordum”, diyordu. Ancak sonunda Skidmore Owings & Merill'de iş bulmayı başardı. 1960'ta Gruen Associates için çalışmak üzere Kaliforniya'ya taşındı ve burada kendini cinsiyeti ve etnik kökeninden dolayı baskı altında htiğini belirtmiştir. Buna rağmen hızla yükseldi ve 1966'da şirketin müdürü oldu. Kariyeri boyunca Sklarek, Tokyo'daki LAX Terminal 1 ve ABD Büyükelçiliği gibi büyük projeleri, zaman ve bütçeye bağlı kalarak düzenli tamamlayan, mükemmel proje mimarı olarak ün kazandı. 1980 yılında Gruen ve Associates'ten ayrıldı ve kısa bir süre sonra ülkenin salt kadınlardan oluşan en büyük firması Sklarek, Siegel ve Diamond'ı kurdu. Denise Scott Brown Denise Scott Brown ortağı Robert Venturi ile birlikte yirminci yüzyıl mimari tasarımın gelişimi üzerinde inanılmaz büyük etki sahibi olmuştur. Eleştirilerinin birçok mimar ve planlamacısının yüzyıl ortası modernizmi ile kentsel tasarımı algılama şeklini değiştirdiği söyleniyor. 1991 yılında kocasına Pritzker Mimarlık Ödülü'nü verilirken, kendisinin anılmaması birçokları açısından sürpriz addedilmiştir. 1931 yılında Kuzey Rodezya'da doğan Scott Brown önce Güney Afrika'da, ardından da Londra'da okudu. 1958'de, bir yıl sonra trafik kazasında kaybettiği ilk eşi olan, Robert Scott Brown ile Philadelphia'ya taşındı. 1960 yılında Scott Brown Pennsylvania Üniversitesi’nde önce planlama yüksek lisansını ve fakülte üyesi olduktan kısa süre sonra da mimarlık yüksek lisansını tamamladı. Gelecekteki kocası ve ortağı Robert Venturi ile de burada tanıştı. Brown bir öğretim üyesi olarak çok gezdi ve özellikle de genç sayılabilecek Los Angeles ve Las Vegas şehirleriyle ilgilendi. 1967 ile 1970 yılları arasında Yale Üniversitesinde ders verirken, Las Vegas'tan Öğrenmek adı altında atölye gezileri düzenledi. Scott Brown, Venturi ve urbanist Steven Izenour ile birlikte bu gezi çalışmalarını 20. yüzyılın yol gösteren tasarım eseri haline gelen  “Las Vegas’tan Öğrenmek: Mimari Biçimin Unutulmuş Simgeselliği” adlı kitapta derledi. Kaynak: Nicky Rackard, The 10 Most Overlooked Women in Architecture History, Archdaily, 05.12.2019 https://www.archdaily.com/341730/the-10-most-overlooked-women-in-architecture-history Çeviri: Zuhal Nakay, Y. Mimar İTÜ/ETH-Zürich
İlginçtir, mimarlığın kadınlara en çok yakıştırılan meslek olmasına ve mimarlıkla ilgili her türlü etkinlikte kadın erkek oranlarının eşit dağılım göstermesine rağmen, dünya çapındaki tanınmış mimarlarda ağırlık hep erkeklerden yanadır.

İlginçtir, mimarlığın kadınlara en çok yakıştırılan meslek olmasına ve mimarlıkla ilgili her türlü etkinlikte kadın erkek oranlarının eşit dağılım göstermesine rağmen, dünya çapındaki tanınmış mimarlarda ağırlık hep erkeklerden yanadır. Daha aramızdan yeni ayrılan kadın star mimar Zaha Hadid, halen sıra dışı bir örnek olarak gösterilir.  Zuhal Nakay

Peki, kadınlar erkeklere göre mimarlıkta gerçekten de daha az mı yeteneklilerdir?

Aşağıdaki makale bunun cevabını oldukça çarpıcı bir şekilde veriyor. Özellikle de 20. yüzyıldaki teknolojik, endüstriyel ve kültürel devrimsel gelişmelerle birlikte, mimarlıkta da hızlı bir klasikten kopuş ve modernizmde yöneliş gerçekleşmiştir. Bu gelişmelerin merkezinde konumlanan Le Corbusiere, Mies, Wright ve Kahn gibi erkek mimarların adları da adeta zihnimize kazınmıştır. Tüm olağanüstü mimari kazanımlarımın tek pay sahibi olarak kabul edilmişlerdir.

Oysa gerçekte hepsinin yolu en az kendileri kadar yetenekli kadınlarla kesişmiştir. Kendi adıma, Frank Lloyd Wright evlerinin hayranı olarak, onlarla adeta özdeşleşen enfes suluboya çizimlerinin bir kadın mimarın elinden çıktığını ve aynı kadının şehirciliğini mükemmel bulduğum Avustralya’nin başkenti Canberra’nın tasarımında da yer aldığını bilmiyordum.  Aynı şekilde Le Corbusier’in takıntılı vandalizmi de beni oldukça şaşırttı. Harlem doğumlu ilk Afro-Amerikalı kadın mimarın olağanüstü profesyonelliği ve başarısına ise ancak şapka çıkarılır.

Aslında adı geçen her bir kadın mimarın yaşamı dizi senaryosu olmaya aday. İnternette adlarını girdiğiniz anda birbirinden güzel ve adeta zamanüstü modern eserleriyle karşılaşıyorsunuz. Mobilya tasarımına ise çığır açmışlar. Ancak zamanında ya görmezden gelinmiş ya da erkek mimarların gölgesinde kalmışlardır. Belki bu bir ölçüde halen günümüz mimarlığı için de geçerlidir. Ancak bu konuda büyük gelişmelerin kaydedildiği ve günümüzde kadın mimarların da her alanda son derece başarılı olduğu yadsınmaz bir gerçek.

Başka bir açıdan bakacak olursak, mimarlığı kadın ve erkeğin birbirlerini en mükemmel şekilde tamamlayabildiği meslek olarak da tanımlayabiliriz.

Mimarlık Tarihinde En Çok Gözardı Edilen 10 Kadın

Mimarlık tarihine geri baktığımızda kadınların elastik dokuma kumaşları ve hidrolik direksiyonlar gibi 1950’lerin icadı oldukları düşünülebilir, ancak bunun gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi yoktur. Le Corbusiere, Mies, Wright ve Kahn gibi büyük isimler kuşkusuz kadın meslektaşlarına da ilham vermişlerdir, ama toplumun katı yapısı nedeniyle katkıları çoğunlukla görmezden gelinmiştir.

Sophia Hayden

Sophia Hayden Benett, 1869’da Santiago Şile’de Şileli bir baba ve Amerikalı bir annenin kızı olarak dünyaya geldi. 1890’da MIT’den ilk mimarlık diplomalı kadın olarak mezun oldu. Ancak elde ettiği derece ona iş güvencesi sağlamadı; tüm iş bulma çabaları başarısız kalınca, Boston’da bir lisede teknik ressam öğretmeni görevini kabul etmek zorunda kaldı.

1891’de Daniel Burham’ın Şikago’daki devasa Kolomb Dünya Fuarı için kadın mimarlara yönelik kadın evi tasarlama çağırısı, Hayden’in ilgisini çekti. Hayden aynı zamanda üniversite tezi de olan İtalyan Rönensans tarzında üç katlı bina projesiyle yarışmaya katıldı. Hayden’in tasarımı sunulan on üç teklif arasında birinciliği kazandı. Hayden o zamanlar henüz yirmi bir yaşındaydı ve tasarımı karşılığında 1000 dolar aldı. Bu diğer erkeğin tasarımcılarının aldığının sadece onda biriydi.

Ancak yapının inşası sırasında Hayden sürekli yakın takibe ve inşaat komitesinin taviz taleplerine maruz kaldı. Genç kadının üzerindeki baskılar o kadar yoğunlaştı ki, sonunda manen çöktü ve zorunlu sanatoryum istirahatına alındı. Birçokları için bu gelişme kadınların mimarların dünyasında yerlerinin olmadığının göstergesi olarak kabul edildi. Sergiden sonra Hayden bir daha asla mimar olarak çalışmadı.

Marion Mahony Griffin

Marion Mahony Griffin, sadece dünyadaki ilk lisanslı kadın mimarlardan biri değildi, aynı zamanda Frank Lloyd Wright'ın ilk çalışanıydı da.

1871'de doğumluydu ve MIT'de mimarlık okudu. 1894’teki mezuniyetinden sonra aralarında Wright’ın da olduğu birçok başka mimarlarla aynı binayı paylaşan kuzeninin yanında çalışmaya başladı. 1895’te Wright onu işe aldı. Onun ilk çalışanı olarak Kır Tarzı’nı geliştirmesinde büyük etkisi olurken, akvarel çizimleri Wright eserlerinin sembolü haline geldi. Ancak tam da o zamanların tipik yaklaşımı olarak, Wright hiçbirinde onun adına yer vermedi. 

1909’da Wright’ın Avrupa’ya giderken stüdyoyu Mahony’ye bırakmayı teklif etmesi, ancak onun geri çevirmesiyle işbirlikleri sona erdi. Ancak daha sonra Wright’ın halefi, tasarımda tüm kontrolün Mahony’de olması koşuluyla, onu tekrar işe aldı. 

1911’de kendisi gibi Wright ile çalışmış olan Walter Burley Griffin ile evlendi. İkisi beraber bir ofis kurdular ve kısa zamanda Avustralya’nın başkenti olan Canberra’yı tasarlama teklifini aldılar. Genç çift projeyi denetlemek amacıyla Avustralya’ya yerleşti ve ardında da Griffin’in 1937’deki vefatına kadar çalışmalarına Hindistan’da devam etti. Eşinin vefatının ardından Mahony, 1961 yılındaki kendi vefatına kadar, bir daha mimar olarak çalışmak istemedi.

Eileen Gray

Eileen Gray, 1878 yılında  İrlanda Enniscorthy’deki varlıklı aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Londra’da sanat okuduktan sonra, eğitimine devam etmek için 1902’de Paris’e gitti.

Soho’da lake sanatı eğitimi aldıktan sonra yeteneklerini mükemmelleştirmek için Japon el sanatı ustası Seizo Sugawara ile birlikte bir stüdyo kurdu. Özellikle de yerel lake ürünleriyle tanındı ve kısa zamanda varlıklı müşterilerden iç mekân tasarım teklifleri almaya başladı. Tasarımları mimari ağırlıklıydı ve mekânı lake bölmelerle ayırarak, möble ile mimarlık arasındaki sınırları ortadan kaldırıyordu.

İç mimarlık deneyimlerine dayanarak sevgilisi Jean Badovici ile Güney Fransa’daki Tatil Evi E-1027’yi tasarladı. Bu ev Gray’in en radikal möble tasarımlarının deneme mekânına dönüşerek, en ikonik çalışmalarının ortaya çıkmasına neden oldu. Badovici’den ayrıldıktan sonra Gray evden soğudu. Ancak başkası, Le Corbusier’in ta kendisi, bu eve takıntılı hale geldi. E-1027’nin yakınında küçük bir ve inşa ettikten sonra, günün birinde oraya gizlice sızarak içersini kendi duvar resimleriyle tahrip etti. Vefatında da bu evin yakınlarındaydı.

Gray hayatının geri kalanını mimari tasarımlara adadı; 1937 yılında tatil merkezi tasarımları Paris’teki Le Corbusier’in Esprit Nouveou fuarı pavyonunda sergilendi. Ancak kendisi camiadan uzaklaştı ve sadece kendi kullanımı için tasarlamış oldu iki adet projesi inşa edildi. 1960’ların sonunda artık çalışmaları hemen hemen unutulmuş gibiydi. 1976 yılında vefat etti.

Hem Paris’teki Pompidou Merkezi’nde geçici hem de İrlanda’daki National Museum’da sürekli sergide, Gray’in Le Corbusier ve  Mies von der Rohe ile birlikte modernizmin merkezindeki öncülerden biri olarak tekrar itibarının kazandırılması amaçlanmaktadır.

Lilly Reich

Mies Van der Rohe’nin birçok tanınmış eseri, özellikle de möble tasarımları, bu kadın olmaksızın gerçekleşemezdi. Mies’in çok ender olarak fikir sorduğu, ancak Lilly Reich’inkileri her zaman duymak istediği söylenir.

1885 yılının Haziran'ında Berlin'de doğan Reich, o zamanlar kadınlar için uygun bir tasarım kariyeri olarak görülen endüstriyel nakışçı eğitimi almak için liseden sonra Viyana'ya gider. 1911'de Berlin'e döndükten sonra moda ve mobilya tasarımcısı olarak çalışır ve Alman çalışma federasyonu olan Deutscher Werkbund’a katılarak 1920 yılında ilk başkanı olur.

Tasarımcı olarak çalışması, onu Mies Van der Rohe ile tanıştığı Frankfurt'a götürdü. İkisi çok yakınlaştı ve Reich onun ofisinde çalışmaya başladı. İkili, 1928'deki Barcelona World fuarında Alman pavyonunun sanatsal yönetmenliğine atandı ve bu gelişme uzun süre modernizmin tanımlayıcı eserleri olarak kabul edilen Mies’in ikonik tasarımlarına öncülük etti. Kısa bir süre sonra Mies, Reich'i bulunduğu Bauhaus okuluna Yapı Müdürü olarak atadı. Ancak okulun 1933’de Nasyonal Sosyalist Partinin baskısıyla kapatılması nedeniyle, görev süresi kısa oldu.

Savaş sırasında Reich birkaç küçük iş aldı, ancak 1937'de Mies’in Amerika'ya gitmesiyle beraber 12 yıllık ortaklıkları sona erdi. Mies’in Berlin’deki işlerinin sorumlusu olmaya devam ettiğinden, çizimlerinin 4000’den fazlasını Berlin dışından bir ahıra kaçırarak bombalanmaktan kurtarmayı başardı. Ancak 1939'da stüdyosu bombalandı ve İnşaat Mühendisliği Birliği’ndeki çalışma kampına katılmak zorunda kaldı. 1945 yılına kadar da yaşamını orada sürdürdü.

Savaştan sonra Berlin Sanat Üniversitesi'nde İç Tasarım ve Yapım Teorisi dersleri verdi. Ayrıca Werkbund'u yeniden canlandırma toplantılarına katıldı, ancak yasal statünün kazanılmasından üç yıl önce, 1947'de vefat etti.

Charlotte Perriand

Paris’te mobilya tasarımı eğitimi alan Charlotte Perriand, 1927’de Le Corbusier’in stüdyosunda bir iş başvurusunda bulundu. Çalışmalarını beğenmeyen Le Corbusier kendisini, “Burada yastık işlemiyoruz” diyerek reddetti. Ancak daha sonraları çalışmaları Salon d'Automne sergilendiğinde, onlardan etkilendi ve Perriand’a mobilya tasarımı konusunda iş teklif etti.

Stüdyosuna katıldıktan sadece bir yıl sonra, Perriand Le Corbusier’in en ikonik üç sandalye tasarımlarından olan B301, B306 ve LC2 Grand Comfort’u üretmişti bile.

Görüşlerinin 1930'larda sola doğru kaymasıyla birlikte, Perriand birçok sol örgütte yer almaya başladı ve 1937 yılında da Modern Sanatçılar Birliği’ni kurdu. Le Corbusier'in rasyonel çalışmalarına insani bir yaklaşım katmasıyla bilinen Perriand’ın ahşap hasır tasarımları pahalı kroma göre daha uygun fiyatlar içermeye başladı; asıl amacı kitleler için işlevsel ve cazip mobilyalar geliştirmekti.

Perriand 1940 yılında Ticaret ve Sanayi Bakanlığı'nın danışmanı olarak Japonya seyahatine davet edildi. İki yıl sonra ise devam eden savaş nedeniyle ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Avrupa'ya geri dönerken bir deniz ablukasında gözaltına alındı ​​ve Vietnam'da sürgüne zorlandı. Orada ilerdeki çalışmalarını derinden etkileyecek olan, dokuma ile ahşap işçiliği de içeren, oryantal tasarım eğitimi almaya başladı.

Jane Drew

İngiltere'deki modernizmin öncü savunucularından olan Jane Drew, aynı zamanda Le Corbusier'in çalışmalarını Hindistan'a ulaştıran isimdir.

Londra’da Architectural Association’da eğitim gören mimar ve şehir plancısı Drew, aynı zamanda Le Corbusier’in CIAM’ını temel alan İngiliz modernist hareket MARS’ın da ana kurucularındandır. Ana ilkeleri, “Geleneksel kalıplaşmış tarzlar yerine, mekânın insan davranışlarına uygun kullanımı” üzerine kuruludur.

Savaş sırasında Londra’da ilk başlarda tümüyle kadınlara yönelik çalışmalar yürüten Drew, sonraları şehir genelinde bir takım büyük projeler üstlendi ve sonunda kocası Maxwell Fry ile ortak oldu. Drew’un değerlerine uygun olarak, projelerinin büyük bir kısmı İngiltere, Batı Afrika ve İran’daki uygun fiyatlı konutlardan oluşuyordu.

Drew’un Batı Afrika'daki çalışmalarından etkilenen Hindistan Başbakanı, kendisinden Pencap'ın yeni başkenti olan Chandigarh'ı tasarlamasını istedi. Drew, projeyi üstlenebileceğinden emin olamadığından ve o sıralar Britanya Festivali için konut tasarladığından, modernist Le Corbusier'i katkıda bulunmaya ikna etti ve ikisi arasında yakın bir işbirliği oluşturdu. Drew bu şehri sosyal amaçlı yeni konut stratejileri denemeleri için kullandı ve sonunda tüm Hindistan'daki konut tasarımını etkiledi.

Lina Bo Bardi

Çalışmalarının büyük çoğunluğunu savaş sonrası Brezilya'da gerçekleştiren İtalyan mimar Lina Bo Bardi, Oscar Niemeyer gibi akranların fütüristik çalışmalarının gölgesinde kalmıştır. Ancak yine de bir mimar olarak her zaman insanı önceleyen çalışmaları ve proje sakinlerince çokça sevilen estetik düzeyi yüksek mimarlığı ile tanınmayı başarmıştır.

1914'te doğan Lina Bo Bardi, 1939'da Roma Mimarlık Koleji'nden mezun oldukta sonra Milano'ya taşındı ve orada 1942 yılında kendi ofisini kurdu. Kısa süre sonra ofisi hava saldırısında hasar gördü. Savaş nedeniyle projeler de aksamaya başlayınca, başka çalışma alanlarını keşfetmeye yöneldi ve 1943'te Domus dergisine yönetici olarak davet edildi.

Bo Bardi, 1946'da Brezilya'ya taşındı ve beş yıl sonra vatandaşlığa geçti. 1947 yılında ise Latin Amerika'nın en önemli müzelerden olan Assis Chateaubriand São Paulo Sanat Müzesi'ni (MASP) kurmaya davet edildi. Tasarımları, Brezilya’nın ilk modern sandalyelerinde olduğu gibi, birçok radikal unsur içermekteydi.

1948 yılında, kontrplak ve "tipik" Brezilyalı malzemelerden oluşan mobilyalar tasarlayabilmek için, başka bir İtalyan mimar ile Studio d'Arte Palma'yı kurdu.  1951'de, Brezilya'daki modernizmin merkezini oluşturan özel evi Glass House'u tamamladı. 1958 yılında da Bahia Modern Sanat Müzesi'ni yönetmesi için Salvador'a davet edildi. 1964'teki askeri darbe sonrası São Paulo'ya dönünce, çalışmaları çok basitleştirildi ve kendisinin “yoksun mimarlık” olarak nitelendirdiği hale dönüştü.

Anne Tyng

Yirminci yüzyılın önde gelen mimar teorisyenlerinden olan Anne Tyng, kız çocuğu sahibi olduğu Louis Kahn'ın tasarımlarının merkezinde yer alıyordu.

Anne Tyng, 1920 yılında Çin'deki Piskoposluk Misyonerliği’nde dünyaya geldi. 1942'de Harvard Tasarım Yüksek Okulu'na kabul edilen ilk kadınlardan biri oldu ve orada Walter Gropius’tan eğitim aldı.

Mezuniyetinden sonra, Kahn'ın firması Stonorov & Kahn'a katılmak için Philadelphia'ya taşınmadan önce, New York’taki birçok ofiste çalıştı. Tyng firmanın 1947'de bölünmesinde sonra da Kahn için çalışmaya devam etti. Hiçbir zaman kendi binasını tasarlamadı, ama geometriye olan ortak tutkularından ötürü Kahn'ın çalışmaları açısından vazgeçilmez bir konuma geldi. Bazıları onu Kahn’ın ilham perisi olarak gördü; Buckminster Fuller ise ona “Kahn’ın geometrik stratejisti” demeyi tercih etti. Tyng’in etkisini Trenton Bath House ve Yale Sanat Galerisi gibi Kahn tasarımlarının birçoğunda görmek mümkünken, Kahn’ın “Şehir Kulesi”nin büyük bölümü Tyng’in eseridir.

Norma Merrick Sklarek

İlklerin kadını olan Norma Merrick Sklarek, New York eyaletinde mimarlık lisansına sahip ilk Afro-Amerikalı kadın, California'da lisans alan ilk kadın ve Amerikalı Mimarlar Enstitüsü seçilen ilk Afro-Amerikalı üye olmuştur.

1926 Harlem doğumlu Sklarek, Columbia Üniversitesi'nden mezun olmasına rağmen, New York'taki firmalarda iş bulmakta zorlandı. "Kadınları veya Afro-Amerikalıları işe almıyorlardı ve bende hangisinin söz konusu olduğunu bilmiyordum”, diyordu. Ancak sonunda Skidmore Owings & Merill'de iş bulmayı başardı.

1960'ta Gruen Associates için çalışmak üzere Kaliforniya'ya taşındı ve burada kendini cinsiyeti ve etnik kökeninden dolayı baskı altında htiğini belirtmiştir. Buna rağmen hızla yükseldi ve 1966'da şirketin müdürü oldu. Kariyeri boyunca Sklarek, Tokyo'daki LAX Terminal 1 ve ABD Büyükelçiliği gibi büyük projeleri, zaman ve bütçeye bağlı kalarak düzenli tamamlayan, mükemmel proje mimarı olarak ün kazandı.

1980 yılında Gruen ve Associates'ten ayrıldı ve kısa bir süre sonra ülkenin salt kadınlardan oluşan en büyük firması Sklarek, Siegel ve Diamond'ı kurdu.

Denise Scott Brown

Denise Scott Brown ortağı Robert Venturi ile birlikte yirminci yüzyıl mimari tasarımın gelişimi üzerinde inanılmaz büyük etki sahibi olmuştur. Eleştirilerinin birçok mimar ve planlamacısının yüzyıl ortası modernizmi ile kentsel tasarımı algılama şeklini değiştirdiği söyleniyor. 1991 yılında kocasına Pritzker Mimarlık Ödülü'nü verilirken, kendisinin anılmaması birçokları açısından sürpriz addedilmiştir.

1931 yılında Kuzey Rodezya'da doğan Scott Brown önce Güney Afrika'da, ardından da Londra'da okudu. 1958'de, bir yıl sonra trafik kazasında kaybettiği ilk eşi olan, Robert Scott Brown ile Philadelphia'ya taşındı.

1960 yılında Scott Brown Pennsylvania Üniversitesi’nde önce planlama yüksek lisansını ve fakülte üyesi olduktan kısa süre sonra da mimarlık yüksek lisansını tamamladı. Gelecekteki kocası ve ortağı Robert Venturi ile de burada tanıştı.

Brown bir öğretim üyesi olarak çok gezdi ve özellikle de genç sayılabilecek Los Angeles ve Las Vegas şehirleriyle ilgilendi. 1967 ile 1970 yılları arasında Yale Üniversitesinde ders verirken, Las Vegas'tan Öğrenmek adı altında atölye gezileri düzenledi. Scott Brown, Venturi ve urbanist Steven Izenour ile birlikte bu gezi çalışmalarını 20. yüzyılın yol gösteren tasarım eseri haline gelen  “Las Vegas’tan Öğrenmek: Mimari Biçimin Unutulmuş Simgeselliği” adlı kitapta derledi.

Kaynak:

Nicky Rackard, The 10 Most Overlooked Women in Architecture History, Archdaily, 05.12.2019

https://www.archdaily.com/341730/the-10-most-overlooked-women-in-architecture-history

Çeviri: Zuhal Nakay, Y. Mimar İTÜ/ETH-Zürich

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve akillibinam.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.