Haziran sonu veya Temmuz başı gibiydi, komşu bahçedeki kiraz ağacının dalında çok yoğun bir örümcek ağı gözüme çarptı. Herhalde yine Afrika’dan bizim buralara bir şekilde taşınmış olan bilmediğimiz bir örümcek türüdür diye düşündüm. Yazları genelde alışkın olduğumuz bir manzaradır; örümcekler ağaçlar, çamlar ve bitkilerin korunaklı yerlerine sanat eseri misali ağlarını örmeye bayılırlar.
Görsel: Zuhal Nakay
Ne var ki, bu bildiğimiz ağlara benzemiyordu. Sadece bir dalı değil, diğer dalları da sarıp tümüyle kurutmaya başlamıştı. Anlam veremeyince resmini arkadaş grubunda paylaşmaya karar verdim ve bunu yapanın ağaçları kurutan ve hızla yayılan zararlı bir tırtıl türü olduğunu öğrendim. Arkadaşlarım bunun “çam kesesi tırtılı” olduğunu söylediler, o da çamların dallarına pamuksu bir yuva yapıp benzer şekilde zarar veren bir tırtıl türü. Ancak bizimkisi meyve ağaçlarının kadifemsi yumuşak yapraklarından beslenen ve Amerikan Beyaz Kelebeği (Hyphantria Cunea) türüne dönüşen tırtıl zararlısı. İnsanla temas ettiğinde de alerjik reaksiyona neden oluyor.
İşin ilginç yanı, bununla ilgili bir haberin “Beykoz’da tırtıl istilası” adı altında Temmuz ayının ortasında yayınlanmış olması. Genel olarak da bu tırtılların Giresun’daki fındık bahçelerine dadandığı ve ağaçları kurutarak mahsule büyük zarar verdiği belirtiliyor. Ancak geçen süre içerisinde İstanbul sınırları içinde de yayılmaya başladığı ve Beykoz’dan sonra yine ağaçların yoğun olarak yer alığı Sarıyer Emirgan/Reşitpaşa bölgesine de sıçramış olduğu görülüyor. Beşiktaş’ta yaşayan arkadaşımız, park ve sokaklarında tırtıl istilasını fark edince Beşiktaş Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nü aradıklarını, kamusal alanda ve sorun olan özel bahçelerde ücretsiz ilaçlama yapıldığını ve böylece salgının yayılmadan önünün alındığını anlatınca, bu çözümün doğal olarak bizim için de geçerli olacağını düşündük ve hemen Sarıyer Belediyesi’ni aradık.
Ancak Sarıyer Belediyesi özel mülke girme yetkilerinin olmadığını, bu nedenle İBB ALO 153 Çağrı Merkezi’ni aramamız gerektiğini belirtti. Kayıt açan İBB ise konunun ilçe belediyesinin sorumluluğunda olduğunu belirten bir mesajla döndü bize. Tekrar Sarıyer Belediyesi’ni aradık, ancak onlar bizi tekrar İBB’ye yönlendirdiler. İBB ise kaydımızı tekrar Sarıyer Belediyesi’ne ilettiklerini belirtti. Bunun üzerine ilçe belediyemiz bizi Sarıyer Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne yönlendirdi, onlar da sahadaki ziraat mühendislerinin numarasını verdi. Epey bir uğraştıktan sonra kendisine ulaştık ve aradan geçen zaman içerisinde salgının civardaki yıllanmış devasa ıhlamur ağaçlarına da sıçradığını ve hızla yayılmaya devam ettiğini anlatmaya çalıştık.
Ancak kendisi zaten konu hakkında haberdardı ve bizim de bildiğimiz Beykoz örneğini verdi. Bu arada az çok bütün bahçelerde ağlarla kaplanan ağaçların dalları kurumasıyla birlikte, bizim bölgemizden şikâyet ve başvurular da arttı. Tümü de yukarıda yer alan sürecin aynısını yaşayarak. Israrımız sonunda ise ilgili ziraat mühendisi sepeti olan bir küçük kamyoneti bize yönlendirdi. Gelen görevli ise bırakın özel giysi ve ekipmanı, Covid maskesi bile takmamıştı.
Özetle şunu söyledi: Tek yapabileceği yola yakın olan ağaçların hasta dallarını kesmek, o da ilgili mülkün sahibi başvuruda bulunursa. Hastalık tüm bahçeyi sarmış da olsa, başvuru olamaması durumunda oraya herhangi bir müdahalenin yapılması mümkün değil. Ayrıca binanın önde bahçenin arkada olması durumunda da yapılacak bir şey yok, çünkü sepet oraya erişmiyor. Ne var ki şehir planlamamızdaki genel yerleşim düzeninde evler hep yol tarafına bakarken, bahçeler iç tarafta yer alıyor. Bitişik düzenden hiç bahsetmiyorum bile.
Ancak çözümsüzlük bununla da bitmiyor: Hasta dalların kesilmesi yetmiyor, ayrıca doğru şekilde imha edilmeleri de gerekiyor. Yani yüksekteki bir dalın olduğu gibi kesilip aşağı düşmesi, tırtılların etrafa iyicene yayılması anlamına geliyor. İlaçlama ise ancak bundan sonraki adım oluyor, yani doğrudan hasta ağacı ilaçlamanın hiçbir bir anlamı yok.
Diyelim ki, bir vatandaş olarak tüm bu engelleri bir şekilde aştınız ve mahalle olarak bahçelerinize birlikte müdahale ettiniz. Eğer bitişik mahalleler hatta tüm bölgedeki ahali aynısını yapmazsa, verdiğiniz tüm emekler boşa gidiyor. Salgının önüne geçemiyorsunuz. Sonuç olarak, kendinizi Kafka romanlarının girdaplı yollarında kaybetmiş bir vatandaş gibi hissediyorsunuz. Belediyenin çözüm değil, bahane üreten bir kurum olarak herhangi bir katkı vermediğini, vermek istemediğini veya veremediğini görüyorsunuz.
Bu durumda konuyu yazmanın bir yararı var mı, diye sorabilirsiniz.
Herhangi bir beklentim yok, ancak ağaçlarımıza dadanan tehlike ile ilgili farkındalığı biraz olsun artırmayı umuyorum. Amerikan Beyaz Kelebeği’nin neden olduğu ağaç hastalığı ile mücadele etmek mümkün. TC. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Fındık Araştırma İstasyon Müdürlüğü konuyla ilgili “Mekanik, Kimyasal, Biyolojik Mücadele” yöntemlerini vermiş. Ancak uygulanmaları tabii ki uzmanlık gerektiriyor. Geniş alanlı olarak uygulanmaları ise kesinlikle belediyelerin yerine getirmesi gereken bir görev. Uzaya gidilen bir çağda, bu herhalde o kadar da zor olmamalı.
Yukarıdaki makalede üç döl sürecinden (Haziran, Ağustos, Eylül) bahsediliyor ve her döle karşı bir ilaçlama yapılması yeterlidir deniliyor. Fındık yetiştirilen alanlarda Eylül ayından itibaren yağmurların başlaması ve özellikle gecelerin sıcaklıkların düşmesiyle üçüncü dölün zarar vermediği belirtiliyor. Ne yazık ki bu artık İstanbul için geçerli değil, sonbaharlarımız sıcak ve kurak geçmeye başladı. Bu da tırtıl salgını için çok elverişli bir ortam sağlıyor.
Konuyla ilgili araştırma yaparken, Der Spiegel’in Temmuz 2021 sayısındaki meşe ağaçlarına dadanan meşe ipekböceği (Thaumetopoea Processionea) makalesine rastladım. Ağaçların en Alman olanı için mücadele başlıyor demişler. Bizim mis kokulu ıhlamurlarımız, görkemli cevizlerimiz ve tarihi çınarlarımız daha mı az değerli? Resimde, Almanya’nın Thüring kentindeki bir anaokulun bahçesinde yer alan hasta meşe ağacının “Bacillus Thuringiensis” adlı biyolojik pestisit sıkılarak ilaçlanması görülüyor. İlaçlarken doğanın hassas ekolojik dengesinin bozulmaması gerekiyor. Eğer bu gözetilmezse, bir zararlıyla mücadele ederken diğer yararlılar yok edilmiş ve yeni çevresel salgınların önü açılmış oluyor.
Sorunlar artık hepimizin ortak sorunları. Sadece il, ilçe veya ülke temelinde değil, ülkeler arasında da ve her türlü siyaset ile yaşam görüşünün ötesinde.
Ya hep beraber üstesinden geleceğiz ya da hep beraber çaresizlik içerisinde izleyeceğiz.
Zuhal Nakay
Y. Mimar, İTÜ/ETH-Zürich