Zuhal Nakay
Köşe Yazarı
Zuhal Nakay
 

EKODesign 2016 – Yeni Nesil Yeşil

EKODesign 2016, Jonas Lundberg, SCOLA, Prof. Dr. Pınar Mengüç, Yasemin Somuncu, Emre Gürsoy, Engin Ayaz, Deniz Tümerdem, Gamze Gündüz, Cemal Koray Bingöl Yapı Endüstri Merkezi (YEM) tarafından düzenlenen EKODesign 2016 konferansında “Tasarım 4.0: Yeni Nesil Yeşil” adı altında, sürdürülebilir tasarım ve kentleşme sürecindeki son gelişmeler ele alındı. Etkinliğin içeriği kadar, yeni neslin temsilcileri olan genç mimarları dinlemek de oldukça ufuk açıcı oldu. Vardığımız noktada, sürdürülebilir çevreci tasarım ve kentleşme açısından özellikle gelişmiş ülkelerde somut adımların atıldığını ve her alanda ilginç projelerin uygulandığını gözlemlemek mümkün. Ancak konferansın en deneyimli isimlerinden olan Urban Future Organization’ın Uluslararası Tasarım Yöneticisi Y. Mimar Jonas Lundberg’in de tekrar vurguladığı üzere, gelecekte kalabalık kentlerde yaşamak kaçınılmaz bir gelişme olacak. Sürekli artan dünya nüfusu ve belli başlı metropollerin hem ekonomik hem de kültürel anlamda çekim merkezleri olmaya devam etmeleri, yüksek yapılaşmayı da beraberinde getirecektir. Gelişen teknolojiyle bu yüksek yapılar hem dikey hem de yatay yönde iç içe geçen doğal yeşil katmanlar şeklinde tasarlanacaktır. Bu ileri teknoloji yapılarda, güneş, yağmur ve rüzgâr gibi doğal kaynaklardan binanın her bir katmanında geri dönüşümlü olarak yararlanmak mümkün olacaktır. Çok katlı amorf yapılaşma, kentlere hem yatay hem de dikey boyutta daha fazla ortak yeşil sosyalleşme alanları sunacaktır. Bu bağlamda İstanbul’daki Kanyon AVM’nin avlusu bu yeni nesil sosyalleşme mekânının tipik örneği aslında. Gölgeli alanlardaki kafeleri, süs havuzu ve yükselen katların açık koridorlarla bu ortak avluya görsel anlamda bağlanması, her kademede açık havanın ve yeşilin algılanmasını mümkün kılıyor. Klasik mahalle kültürü, yerini bu yeni nesil kentsel sosyalleşme alanlarına bırakıyor. Bu gelişmenin daha büyük ölçekli olarak devam edeceğini ve gelecekteki temel ortak kentsel yaşam alanlarını oluşturacağını varsayabiliriz. Kozmopolit mega kentlerde güvenli ve her anlamda kaliteli ortak mekanları paylaşabilme,  insanların gittikçe artan orandaki en büyük ihtiyacı olmaya devam edecektir. Yeşil binalar ne kadar yeşil sorusuna ise, Özyeğin Üniversitesi’ndeki SCOLA binası (ÖZÜ Yabancı Diller Okulu) üzerinden cevap vermek mümkün. Avrupa Birliği NEED4B Projesi (Yeni Binalarda Enerji Verimliliği Uygulamaları) kapsamında Özyeğin Üniversitesi Enerji, Çevre ve Ekonomi Merkezi (EÇEM) yürütücülüğünde gerçekleştirilen bu yapıda, yenilikçi ve bütünleşik enerji uygulamaları kullanılmıştır. EÇEM’in direktörü Prof. Dr. Pınar Mengüç, aynı merkeze bağlı kıdemli araştırmacı Y. Mimar Yasemin Somuncu ve B Design Mimarlık Yönetici Ortağı Emre Gürsoy, uluslararası farklı katılımcılar eşliğinde projeyi BIM (Yapı Bilgi Modeli) temelinde geliştirmiş, yani üç boyutlu (3D) olarak tasarlamışlardır. Dördüncü ve beşinci boyut (4D&5D) olarak ise iş programı ve bütçe, altıncı boyut (6D) olarak da işletme sürece eklenmiştir.  Bunun sonucunda da kalabalık paydaşlar ve karmaşık çalışma süreçlerini içeren bu projeden çok başarılı sonuçlar elde edilmiştir.  Ancak en az bunun kadar önemli olan diğer bir konu, BIM sistemini yürütebilecek uzmanlarla beraber çalışabilmiş olmaktır. BIM’i Türkiye’de uygulayan mimarların en büyük sorunlarından biri, kalifiye eleman bulmak ve projeyi tüm süreç boyunca aynı uzman ekiple yürütebilmektir. Çok sayıda projeyi hızlı yapıp, sürümden kazanan mühendislik ofisleri örneğin, BIM’le çalışmaya mesafeli durmaktadır. Bu yüzden de işverenlerin BIM’i talep etmesi ve bu konuda bilinçli davranarak, ek süreyi ve bütçeyi tanımaları gerekmektedir. En önemlisi de, tasarıma dâhil olmaları ve tüm revizyonları model oluşurken talep etmeleridir. Bu açıdan uluslararası destekle ve üniversitenin doğrudan katılımıyla gerçekleşen SCOLA gibi projeler, BIM sistemini uygulamak açısından en doğru örneği oluşturmaktadır. Sonuç olarak, AB projelerinde hedef 60 kWh/m2 olarak belirlenirken, ÖzÜ SCOLA’da enerji tüketim miktarı 45 kWh/m2 olarak gerçekleşmiştir, bu da yılda 200.000 Dolar Negawatt, yani görünmeyen tasarruf miktarı anlamına gelmektedir. Yapının konumundan şekline, saydam ve opak yüzeylerden aydınlatmaya, tesisattan iklimlendirmeye ve ısıdan ses kalitesine kadar farklı birimler içeren ve yenilenebilir enerji kaynaklarını da dâhil eden, bütünleşik bir tasarım ve enerji konsepti elde edilmiştir. Ancak daha da önemlisi, binanın işletime girmesiyle beraber SCOLA direktörü Nergis Akbay üzerinden binanın kullanıcıları da sürecin parçası olmuşlardır. Ne kadar mükemmel tasarlanırlarsa tasarlansınlar, çevreci konseptle inşa edilen binalarda başlarda doğru ısı, hava, aydınlatma ve ses kalitesini belirlemekte sorunlar çıkabiliyor. Bu da doğaldır, çünkü sonuçta statik değişmez değerler değil, tüm çevreyi kollayan değişken veriler kullanılmaktadır. Bunların en doğru ölçüsünü de kullanıcıların konforu belirlemektedir. Böylece altıncı boyut (6D) olan işletme sürecinde, bizzat kullanıcılar yeni nesil çevreci okul binasının en verimli değerlere ulaşmasını sağlamışlardır. Yeni nesil mimarlarından, ATÖLYE Labs Kurucu Ortağı ve Tasarım Yöneticisi Engin Ayaz da bu konuya vurgu yaparak, gerçek mimarlığın yapının teslimi ve kullanımıyla başladığını belirtmektedir. Kendisi ve ekibi, ideEGE Teknopark’ın kurulum sürecinde 35 adet ikinci el konteyneri dönüştürerek, 1.000 m2 büyüklüğündeki Konteyner Park’ı inşa etmişlerdir.  Var olan ağaç dokusuna yaklaşarak gölgesinden yararlanan konteyner modülleri, egemen rüzgâr yönü ve güneş açıları dışında, eski bina temel izlerini takip ederek inşa edilmişlerdir. Dikey yerleştirilen bir konteyner ve diğer iki katlı konteynerlerle, yapı kütlesinin hacimsel sınırları belirlenmiş ve ortaya çevreci olduğu kadar işlevsel ve estetik bir proje çıkmıştır. Bu tür projeler up-cycling yani ileri dönüşüm projeleri olarak adlandırılmaktadır ve var olan atıl “atıkları” çevreyle uyumlu yeşil binalara dönüştürmektedir. Ancak Engin Ayaz’ın da doğru olarak belirttiği gibi, bu projeleri başarılı ya da başarısız kılan kullanıcıların memnuniyeti veya memnuniyetsizliğidir. Özellikle de deneysel çevreci projelerde kullanıcılar en ufak bir aksaklığa daha yoğun tepki vermektedir. Bu yüzden de mimarın asıl sorumluluğu, yapının işletime girmesiyle başlamaktadır. Konteyner Park’ta örneğin,  tek bir çatı levhasının özensiz kaynaklanması yüzünden üzerine basıldığında ses çıkarması, kullanıcılarda binaların gürültülü olduğu tepkisine neden olmuştur. Ya da cephelerin üst şeritlerinde klimalar için özel yer bırakılmış olmasına rağmen, bilindik yöntemlerle klimaların dış cephenin zeminine yerleştirilmesi ve kablolar için sonradan delik açılarak, hem çirkin bir görüntüye hem de su girişine neden olunması gibi.  Özetle, yeni nesil yaklaşımda, tasarım ve inşa sürecinde olduğu kadar, işletim sürecinde de mimarın özel denetimi devam etmelidir. Bu yaklaşım, hassas dengeler üzerine kurulu olan yeni nesil yeşil yapılarda daha da büyük bir önem kazanmaktadır. Yeni nesil mimarlar arasında son olarak Epitome Collaborative Network ile çalışan Deniz Tümerdem, Gamze Gündüz ve Cemal Koray Bingöl’ün sunduğu organik kentsel strüktürler çerçevesinde, Wikihouse’un herkese açık yapı sistemi ilgimi çekti. Bu evler plastik şişe ve benzeri kentsel atıklardan oluşan malzemenin dönüştürülüp, farklı tasarımcıların işbirliğiyle herkesin ihtiyacına göre kendi evini kolay bir şekilde tasarlayıp, üç boyutlu yazıcılarla “bastırıp”, düşük emisyonlu binalar olarak inşa etmesine imkân tanımaktadır. Henüz başlangıç aşamasında olsa da, bu devrimsel bir adımdır. Özellikle de dünyadaki milyonlarca doğru dürüst barınma imkânı olmayan insanlar göz önünde bulundurulduğunda. Özel olarak konuşma fırsatı bulduğum bu genç mimarlarımız, ülkemizdeki mülteci kampları için böylesi girişimlerde bulunmak istediklerini, ancak bürokratik nedenlerle bu kampları ziyaret edemediklerini belirttiler. Bir taraftaki geri dönüşümlü atık yığınlarını, diğer taraftaki evsiz insan yığınlarıyla birleştirip çevre dostu binalar inşa etmek, gerçekten de dâhiyane bir fikir. Bu konuda yeni nesil mimarlara her türlü destek verilmelidir.   Yukarıda yer alanlar, gün boyu süren EKODesign 2016 konferansının sadece belli başlı sunumlarıdır. Yeni nesil yeşilin her konusu kendi içinde ayrı bir yazı olur. Hepsini bir arada vermek yerine, kendi açımdan bazılarını öne çıkarmayı tercih ettim. Bu bağlamda tüm konuşmacılara değerli katkıları için buradan tekrar teşekkür etmek isterim. Tabii ki YEM’e de özel olarak, bu tür etkinliklerle bizi yeni gelişmelerden haberdar ettiği ve ufkumuzu açtığı için. Yeni nesil yeşil, sürdürebilir mimarlık ve kentleşmede devrimsel gelişmelerin önünü açmış gözüküyor.

EKODesign 2016 – Yeni Nesil Yeşil

EKODesign 2016, Jonas Lundberg, SCOLA, Prof. Dr. Pınar Mengüç, Yasemin Somuncu, Emre Gürsoy, Engin Ayaz, Deniz Tümerdem, Gamze Gündüz, Cemal Koray Bingöl

Yapı Endüstri Merkezi (YEM) tarafından düzenlenen EKODesign 2016 konferansında “Tasarım 4.0: Yeni Nesil Yeşil” adı altında, sürdürülebilir tasarım ve kentleşme sürecindeki son gelişmeler ele alındı. Etkinliğin içeriği kadar, yeni neslin temsilcileri olan genç mimarları dinlemek de oldukça ufuk açıcı oldu.

Vardığımız noktada, sürdürülebilir çevreci tasarım ve kentleşme açısından özellikle gelişmiş ülkelerde somut adımların atıldığını ve her alanda ilginç projelerin uygulandığını gözlemlemek mümkün. Ancak konferansın en deneyimli isimlerinden olan Urban Future Organization’ın Uluslararası Tasarım Yöneticisi Y. Mimar Jonas Lundberg’in de tekrar vurguladığı üzere, gelecekte kalabalık kentlerde yaşamak kaçınılmaz bir gelişme olacak. Sürekli artan dünya nüfusu ve belli başlı metropollerin hem ekonomik hem de kültürel anlamda çekim merkezleri olmaya devam etmeleri, yüksek yapılaşmayı da beraberinde getirecektir.

Gelişen teknolojiyle bu yüksek yapılar hem dikey hem de yatay yönde iç içe geçen doğal yeşil katmanlar şeklinde tasarlanacaktır. Bu ileri teknoloji yapılarda, güneş, yağmur ve rüzgâr gibi doğal kaynaklardan binanın her bir katmanında geri dönüşümlü olarak yararlanmak mümkün olacaktır. Çok katlı amorf yapılaşma, kentlere hem yatay hem de dikey boyutta daha fazla ortak yeşil sosyalleşme alanları sunacaktır. Bu bağlamda İstanbul’daki Kanyon AVM’nin avlusu bu yeni nesil sosyalleşme mekânının tipik örneği aslında. Gölgeli alanlardaki kafeleri, süs havuzu ve yükselen katların açık koridorlarla bu ortak avluya görsel anlamda bağlanması, her kademede açık havanın ve yeşilin algılanmasını mümkün kılıyor. Klasik mahalle kültürü, yerini bu yeni nesil kentsel sosyalleşme alanlarına bırakıyor. Bu gelişmenin daha büyük ölçekli olarak devam edeceğini ve gelecekteki temel ortak kentsel yaşam alanlarını oluşturacağını varsayabiliriz. Kozmopolit mega kentlerde güvenli ve her anlamda kaliteli ortak mekanları paylaşabilme,  insanların gittikçe artan orandaki en büyük ihtiyacı olmaya devam edecektir.

Yeşil binalar ne kadar yeşil sorusuna ise, Özyeğin Üniversitesi’ndeki SCOLA binası (ÖZÜ Yabancı Diller Okulu) üzerinden cevap vermek mümkün. Avrupa Birliği NEED4B Projesi (Yeni Binalarda Enerji Verimliliği Uygulamaları) kapsamında Özyeğin Üniversitesi Enerji, Çevre ve Ekonomi Merkezi (EÇEM) yürütücülüğünde gerçekleştirilen bu yapıda, yenilikçi ve bütünleşik enerji uygulamaları kullanılmıştır. EÇEM’in direktörü Prof. Dr. Pınar Mengüç, aynı merkeze bağlı kıdemli araştırmacı Y. Mimar Yasemin Somuncu ve B Design Mimarlık Yönetici Ortağı Emre Gürsoy, uluslararası farklı katılımcılar eşliğinde projeyi BIM (Yapı Bilgi Modeli) temelinde geliştirmiş, yani üç boyutlu (3D) olarak tasarlamışlardır. Dördüncü ve beşinci boyut (4D&5D) olarak ise iş programı ve bütçe, altıncı boyut (6D) olarak da işletme sürece eklenmiştir.  Bunun sonucunda da kalabalık paydaşlar ve karmaşık çalışma süreçlerini içeren bu projeden çok başarılı sonuçlar elde edilmiştir. 

Ancak en az bunun kadar önemli olan diğer bir konu, BIM sistemini yürütebilecek uzmanlarla beraber çalışabilmiş olmaktır. BIM’i Türkiye’de uygulayan mimarların en büyük sorunlarından biri, kalifiye eleman bulmak ve projeyi tüm süreç boyunca aynı uzman ekiple yürütebilmektir. Çok sayıda projeyi hızlı yapıp, sürümden kazanan mühendislik ofisleri örneğin, BIM’le çalışmaya mesafeli durmaktadır. Bu yüzden de işverenlerin BIM’i talep etmesi ve bu konuda bilinçli davranarak, ek süreyi ve bütçeyi tanımaları gerekmektedir. En önemlisi de, tasarıma dâhil olmaları ve tüm revizyonları model oluşurken talep etmeleridir. Bu açıdan uluslararası destekle ve üniversitenin doğrudan katılımıyla gerçekleşen SCOLA gibi projeler, BIM sistemini uygulamak açısından en doğru örneği oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, AB projelerinde hedef 60 kWh/m2 olarak belirlenirken, ÖzÜ SCOLA’da enerji tüketim miktarı 45 kWh/m2 olarak gerçekleşmiştir, bu da yılda 200.000 Dolar Negawatt, yani görünmeyen tasarruf miktarı anlamına gelmektedir. Yapının konumundan şekline, saydam ve opak yüzeylerden aydınlatmaya, tesisattan iklimlendirmeye ve ısıdan ses kalitesine kadar farklı birimler içeren ve yenilenebilir enerji kaynaklarını da dâhil eden, bütünleşik bir tasarım ve enerji konsepti elde edilmiştir.

Ancak daha da önemlisi, binanın işletime girmesiyle beraber SCOLA direktörü Nergis Akbay üzerinden binanın kullanıcıları da sürecin parçası olmuşlardır. Ne kadar mükemmel tasarlanırlarsa tasarlansınlar, çevreci konseptle inşa edilen binalarda başlarda doğru ısı, hava, aydınlatma ve ses kalitesini belirlemekte sorunlar çıkabiliyor. Bu da doğaldır, çünkü sonuçta statik değişmez değerler değil, tüm çevreyi kollayan değişken veriler kullanılmaktadır. Bunların en doğru ölçüsünü de kullanıcıların konforu belirlemektedir. Böylece altıncı boyut (6D) olan işletme sürecinde, bizzat kullanıcılar yeni nesil çevreci okul binasının en verimli değerlere ulaşmasını sağlamışlardır.

Yeni nesil mimarlarından, ATÖLYE Labs Kurucu Ortağı ve Tasarım Yöneticisi Engin Ayaz da bu konuya vurgu yaparak, gerçek mimarlığın yapının teslimi ve kullanımıyla başladığını belirtmektedir. Kendisi ve ekibi, ideEGE Teknopark’ın kurulum sürecinde 35 adet ikinci el konteyneri dönüştürerek, 1.000 m2 büyüklüğündeki Konteyner Park’ı inşa etmişlerdir.  Var olan ağaç dokusuna yaklaşarak gölgesinden yararlanan konteyner modülleri, egemen rüzgâr yönü ve güneş açıları dışında, eski bina temel izlerini takip ederek inşa edilmişlerdir. Dikey yerleştirilen bir konteyner ve diğer iki katlı konteynerlerle, yapı kütlesinin hacimsel sınırları belirlenmiş ve ortaya çevreci olduğu kadar işlevsel ve estetik bir proje çıkmıştır. Bu tür projeler up-cycling yani ileri dönüşüm projeleri olarak adlandırılmaktadır ve var olan atıl “atıkları” çevreyle uyumlu yeşil binalara dönüştürmektedir.

Ancak Engin Ayaz’ın da doğru olarak belirttiği gibi, bu projeleri başarılı ya da başarısız kılan kullanıcıların memnuniyeti veya memnuniyetsizliğidir. Özellikle de deneysel çevreci projelerde kullanıcılar en ufak bir aksaklığa daha yoğun tepki vermektedir. Bu yüzden de mimarın asıl sorumluluğu, yapının işletime girmesiyle başlamaktadır. Konteyner Park’ta örneğin,  tek bir çatı levhasının özensiz kaynaklanması yüzünden üzerine basıldığında ses çıkarması, kullanıcılarda binaların gürültülü olduğu tepkisine neden olmuştur. Ya da cephelerin üst şeritlerinde klimalar için özel yer bırakılmış olmasına rağmen, bilindik yöntemlerle klimaların dış cephenin zeminine yerleştirilmesi ve kablolar için sonradan delik açılarak, hem çirkin bir görüntüye hem de su girişine neden olunması gibi. 

Özetle, yeni nesil yaklaşımda, tasarım ve inşa sürecinde olduğu kadar, işletim sürecinde de mimarın özel denetimi devam etmelidir.

Bu yaklaşım, hassas dengeler üzerine kurulu olan yeni nesil yeşil yapılarda daha da büyük bir önem kazanmaktadır.

Yeni nesil mimarlar arasında son olarak Epitome Collaborative Network ile çalışan Deniz Tümerdem, Gamze Gündüz ve Cemal Koray Bingöl’ün sunduğu organik kentsel strüktürler çerçevesinde, Wikihouse’un herkese açık yapı sistemi ilgimi çekti. Bu evler plastik şişe ve benzeri kentsel atıklardan oluşan malzemenin dönüştürülüp, farklı tasarımcıların işbirliğiyle herkesin ihtiyacına göre kendi evini kolay bir şekilde tasarlayıp, üç boyutlu yazıcılarla “bastırıp”, düşük emisyonlu binalar olarak inşa etmesine imkân tanımaktadır. Henüz başlangıç aşamasında olsa da, bu devrimsel bir adımdır. Özellikle de dünyadaki milyonlarca doğru dürüst barınma imkânı olmayan insanlar göz önünde bulundurulduğunda. Özel olarak konuşma fırsatı bulduğum bu genç mimarlarımız, ülkemizdeki mülteci kampları için böylesi girişimlerde bulunmak istediklerini, ancak bürokratik nedenlerle bu kampları ziyaret edemediklerini belirttiler. Bir taraftaki geri dönüşümlü atık yığınlarını, diğer taraftaki evsiz insan yığınlarıyla birleştirip çevre dostu binalar inşa etmek, gerçekten de dâhiyane bir fikir. Bu konuda yeni nesil mimarlara her türlü destek verilmelidir.  

Yukarıda yer alanlar, gün boyu süren EKODesign 2016 konferansının sadece belli başlı sunumlarıdır. Yeni nesil yeşilin her konusu kendi içinde ayrı bir yazı olur. Hepsini bir arada vermek yerine, kendi açımdan bazılarını öne çıkarmayı tercih ettim. Bu bağlamda tüm konuşmacılara değerli katkıları için buradan tekrar teşekkür etmek isterim. Tabii ki YEM’e de özel olarak, bu tür etkinliklerle bizi yeni gelişmelerden haberdar ettiği ve ufkumuzu açtığı için.

Yeni nesil yeşil, sürdürebilir mimarlık ve kentleşmede devrimsel gelişmelerin önünü açmış gözüküyor.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve akillibinam.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.