Zuhal Nakay
Köşe Yazarı
Zuhal Nakay
 

Milyon dolar ediyor mu?

Sorulan soru hep aynı: Milyon dolarlık dairelerin satıldığı bir rezidans inşaatında, neden işçileri taşıyan asansörün bakımı ihmal edilir? Daha doğrusu, bu kadar büyük kâr marjlarının söz konusu olduğu bir sektörde, neden inşaat asansörünün bakımı gibi küçük giderler ihmal edilir? Küçük bütçeli kalitesiz inşaatlarda iş kazaları ülkemizde sıradan bir vakıa kabul edilirken, paha biçilmez arsalar üzerindeki lüks inşaatlarda da aynı ölümcül ihmallerin yaşanması yadırganıyor. Parasızlık sonucu insan hayatının yok hükmünde sayılması kaçınılmaz kader olarak görülürken,  yüklü para ve yüksek kalite standartlarının yer aldığı ortamlarda aynı “pamuk ipliği” koşullarla karşılaşmak bizi şaşırtıyor.  Arızalı olduğu için sağa sola vurdurularak durdurulan asansörün, bu yetmezmiş gibi inşaatta yeni çalışmaya başlayan üniversite öğrencisine “el frenini çekmeyi unutma” talimatıyla teslim edilmesi, insanların hayatını yok sayıp, güvenliklerini “pamuk ipliğine” bağlamaktan başka nedir? Bunun sonucu 31’nci katta duramayan asansörün 32’nci kata fırlayıp boşlukta kaldıktan sonra 100 küsur metreden aşağı çakılması, hangi mantıklı nedenlerle açıklanabilir? İstanbul’daki Şişli Torun Center inşaatında çalışan 10 işçinin bu faciayla sonuçlanan yaşamları, belki de olaya daha geniş bir çerçeveden bakıp, şu soruyu sormamızı gerekli kılıyor: Bu ultra lüks gökdelenlerde yer alan daireler gerçekten de milyon dolar ediyor mu?  Bunun cevabını verebilmek için kaza mahalli olan Şişli’den hatta İstanbul’dan uzaklaşıp tüm dünya metropollerine bir göz atmamız gerekiyor. Metrekare bazında dünyanın en pahalı şehirlerine bakacak olursak, ilk on aşağıdaki gibi sıralanıyor (bkz. “Dünyanın en pahalı 10 şehri”): 1-      Hong Kong 11,000 / m2 2-      Tokyo 7,600 / m2 3-      Londra 5,3000 / m2 4-      Paris 4,400 / m2 5-      Moskova 4,250 / m2 6-      New York 4,100 / m2 7-      Shanghai 2,125 / m2 8-      Singapur 1,820 / m2 9-      Mumbai 970 / m2 10-   Sydney 880 / m2 Bu şu demek, Hong Kong’da 100 m2’lik lüks bir daire için 1 milyon küsur doları gözden çıkarmanız gerekiyor. İstanbul bu örnekler arasında yer almamış, ancak örneğin Torun Center için metrekare fiyatlar 5,500 ile 7,500 dolar arasında belirlenmiş (bkz. “emlakkulisi”). Yani listeye göre İstanbul emlak fiyatları açısından Londra, Paris ve New York’un önünde yer alıyor. Peki, tersinden bakacak olursak, yeterince paranız olsa İstanbul’da lüks bir konut edinmek ister miydiniz? Kuşkusuz ki, içinde Boğaz gibi bir doğa harikasının geçtiği, muhteşem tarihi ve kültürel mirasa sahip ve son derece dinamik bir şehir olan İstanbul’da, ultra lüks kulelerden birinde ultra lüks bir daireye sahip olup, muhteşem panoramayı izlemek son derece cazip bir fikir. Ancak verilen örneklerden Londra, Paris veya New York ile kıyaslayacak olursanız, İstanbul ile aralarındaki en büyük fark, sadece kendilerinin değil, bulundukları tüm bölgenin “ultra lüks” olmasıdır. Burada da lüks kelimesi sizi yanıltmasın, aslında kastedilen “nezih” bölgelerdir. En büyük özellikleri de, yapıları, caddeleri ve alt yapılarıyla son derece düzgün bir şehir dokusunun içinde yer almaları ve yükseklikle kalite açısından birbirleriyle uyum göstermeleridir. Resimde görüldüğü üzere Torun Center’de tasarım itibarıyla kesinlikle dünya standartlarındadır. Ancak çevresi öyle değildir, tam aksine bulunduğu yer Mecidiyeköy gibi son derece kalabalık ve karmaşık yapılaşma gösteren bir iş bölgesidir.  Bu yüzden de mimarı Emre Arolat binaların yüksek olmasını ve viyadükle aralarında 100m x 300 m büyüklükte boş/kamusal alan bırakılmasını şart koşmuştur (bkz. “Torun Center’ın mimarı”). Ancak böyle olunca, dördüncü kattan sonra deniz manzarası sözü verebilirsiniz. Yani projeyi olabildiğince kalitesiz çevresinden “kopararak”. Oysa örnek verdiğim diğer metropoller çok daha düzgün ve sağlıklı bir şehir dokusu geliştirdiklerinden, böylesi lüks konutları lüks bölgelerde inşa ediyorlar. Bu açıdan örneğin Zorlu Center, arkasındaki Etiler ve Ulus bağlantılarıyla daha doğru bir konuma sahip. Yine çevre dokusu itibarıyla, Torun Center’in önünde yer alması düşünülen kamusal park alanının gerçekten de kamuya açık olması ve kalması biraz zor gibi gözüküyor.  Lüks konut ve iş kulelerinin benzerlerinin arasında yer alması konusuna gelince, Maslak örneğine bakabiliriz. Verdiğim linkte, Paris’in de çok benzer  yüksek yapılı bir siluete kavuştuğunu görebilirisiniz (bkz. “Paris”). Ama buradaki en büyük fark, gökdelenlerin bizdeki gibi itiş tıkış yan yana dizilmeyip aralarında yeterince mesafe bırakılması ve şehrin tarihi dokusunun olduğu gibi korunmasıdır. Şehrin her yerinin sağlıklı homojen bir şehirleşme göstermesidir. İstanbul’un ise nadir örnekleri dışında, çarpık ve karmaşık yapılaşmaya kurban gitmemiş bölgesi yok gibidir. Lüks rezidansların büyük bölümü de, bu çarpıklığın içindeki rastgele boş veya harap “kupon” arsalarda yer almakta ve çevresiyle umursamaz halde yükselmektedir. Bunun sonucu da İstanbul’umuzun o eşsiz silueti “dikenleşmektedir”. Lüks konutlarımız E-5’in hemen yanı başında dizilmektedir, hem de Kartal’dan Florya’ya kadar.  Bu yüzden de dünya çapında metrekare fiyatlarıyla yarışan yapılara sahipken, onların değerine değer katacak şehir dokusu ve şehir planlamasına sahip değiliz. Bizdeki şehircilik anlayışı daha çok değerli arsaların üzerinde dikilen pahalı kulelere hizmet edecek alt yapıyı yetiştirmekle sınırlı kalıyor. Ama her şeyden önemlisi çarpık şehirciliğimiz, gelişmemişliğimizin de aynası. Nasıl ki milyon dolar değerindeki daireleriyle süper lüks kuleler çevreleriyle çelişiyorsa, o kulelerin yapımındaki yönetmelik, denetim ve eleman kalitesi de çelişiyor. İşte bu çelişkidir ki, 10 insanın canını feci şekilde alan ve alacak olan. Şehirler ülkelerin aynalarıdır. İstanbul’a bakınca ne görüyorsunuz?

Milyon dolar ediyor mu?

Sorulan soru hep aynı:

Milyon dolarlık dairelerin satıldığı bir rezidans inşaatında, neden işçileri taşıyan asansörün bakımı ihmal edilir?

Daha doğrusu, bu kadar büyük kâr marjlarının söz konusu olduğu bir sektörde, neden inşaat asansörünün bakımı gibi küçük giderler ihmal edilir?

Küçük bütçeli kalitesiz inşaatlarda iş kazaları ülkemizde sıradan bir vakıa kabul edilirken, paha biçilmez arsalar üzerindeki lüks inşaatlarda da aynı ölümcül ihmallerin yaşanması yadırganıyor. Parasızlık sonucu insan hayatının yok hükmünde sayılması kaçınılmaz kader olarak görülürken,  yüklü para ve yüksek kalite standartlarının yer aldığı ortamlarda aynı “pamuk ipliği” koşullarla karşılaşmak bizi şaşırtıyor. 

Arızalı olduğu için sağa sola vurdurularak durdurulan asansörün, bu yetmezmiş gibi inşaatta yeni çalışmaya başlayan üniversite öğrencisine “el frenini çekmeyi unutma” talimatıyla teslim edilmesi, insanların hayatını yok sayıp, güvenliklerini “pamuk ipliğine” bağlamaktan başka nedir? Bunun sonucu 31’nci katta duramayan asansörün 32’nci kata fırlayıp boşlukta kaldıktan sonra 100 küsur metreden aşağı çakılması, hangi mantıklı nedenlerle açıklanabilir?

İstanbul’daki Şişli Torun Center inşaatında çalışan 10 işçinin bu faciayla sonuçlanan yaşamları, belki de olaya daha geniş bir çerçeveden bakıp, şu soruyu sormamızı gerekli kılıyor:

Bu ultra lüks gökdelenlerde yer alan daireler gerçekten de milyon dolar ediyor mu? 

Bunun cevabını verebilmek için kaza mahalli olan Şişli’den hatta İstanbul’dan uzaklaşıp tüm dünya metropollerine bir göz atmamız gerekiyor. Metrekare bazında dünyanın en pahalı şehirlerine bakacak olursak, ilk on aşağıdaki gibi sıralanıyor (bkz. “Dünyanın en pahalı 10 şehri”):

1-      Hong Kong 11,000 / m2

2-      Tokyo 7,600 / m2

3-      Londra 5,3000 / m2

4-      Paris 4,400 / m2

5-      Moskova 4,250 / m2

6-      New York 4,100 / m2

7-      Shanghai 2,125 / m2

8-      Singapur 1,820 / m2

9-      Mumbai 970 / m2

10-   Sydney 880 / m2

Bu şu demek, Hong Kong’da 100 m2’lik lüks bir daire için 1 milyon küsur doları gözden çıkarmanız gerekiyor. İstanbul bu örnekler arasında yer almamış, ancak örneğin Torun Center için metrekare fiyatlar 5,500 ile 7,500 dolar arasında belirlenmiş (bkz. “emlakkulisi”). Yani listeye göre İstanbul emlak fiyatları açısından Londra, Paris ve New York’un önünde yer alıyor.

Peki, tersinden bakacak olursak, yeterince paranız olsa İstanbul’da lüks bir konut edinmek ister miydiniz? Kuşkusuz ki, içinde Boğaz gibi bir doğa harikasının geçtiği, muhteşem tarihi ve kültürel mirasa sahip ve son derece dinamik bir şehir olan İstanbul’da, ultra lüks kulelerden birinde ultra lüks bir daireye sahip olup, muhteşem panoramayı izlemek son derece cazip bir fikir.

Ancak verilen örneklerden Londra, Paris veya New York ile kıyaslayacak olursanız, İstanbul ile aralarındaki en büyük fark, sadece kendilerinin değil, bulundukları tüm bölgenin “ultra lüks” olmasıdır. Burada da lüks kelimesi sizi yanıltmasın, aslında kastedilen “nezih” bölgelerdir. En büyük özellikleri de, yapıları, caddeleri ve alt yapılarıyla son derece düzgün bir şehir dokusunun içinde yer almaları ve yükseklikle kalite açısından birbirleriyle uyum göstermeleridir.

Resimde görüldüğü üzere Torun Center’de tasarım itibarıyla kesinlikle dünya standartlarındadır. Ancak çevresi öyle değildir, tam aksine bulunduğu yer Mecidiyeköy gibi son derece kalabalık ve karmaşık yapılaşma gösteren bir iş bölgesidir.  Bu yüzden de mimarı Emre Arolat binaların yüksek olmasını ve viyadükle aralarında 100m x 300 m büyüklükte boş/kamusal alan bırakılmasını şart koşmuştur (bkz. “Torun Center’ın mimarı”). Ancak böyle olunca, dördüncü kattan sonra deniz manzarası sözü verebilirsiniz. Yani projeyi olabildiğince kalitesiz çevresinden “kopararak”. Oysa örnek verdiğim diğer metropoller çok daha düzgün ve sağlıklı bir şehir dokusu geliştirdiklerinden, böylesi lüks konutları lüks bölgelerde inşa ediyorlar. Bu açıdan örneğin Zorlu Center, arkasındaki Etiler ve Ulus bağlantılarıyla daha doğru bir konuma sahip. Yine çevre dokusu itibarıyla, Torun Center’in önünde yer alması düşünülen kamusal park alanının gerçekten de kamuya açık olması ve kalması biraz zor gibi gözüküyor. 

Lüks konut ve iş kulelerinin benzerlerinin arasında yer alması konusuna gelince, Maslak örneğine bakabiliriz. Verdiğim linkte, Paris’in de çok benzer  yüksek yapılı bir siluete kavuştuğunu görebilirisiniz (bkz. “Paris”). Ama buradaki en büyük fark, gökdelenlerin bizdeki gibi itiş tıkış yan yana dizilmeyip aralarında yeterince mesafe bırakılması ve şehrin tarihi dokusunun olduğu gibi korunmasıdır. Şehrin her yerinin sağlıklı homojen bir şehirleşme göstermesidir. İstanbul’un ise nadir örnekleri dışında, çarpık ve karmaşık yapılaşmaya kurban gitmemiş bölgesi yok gibidir. Lüks rezidansların büyük bölümü de, bu çarpıklığın içindeki rastgele boş veya harap “kupon” arsalarda yer almakta ve çevresiyle umursamaz halde yükselmektedir. Bunun sonucu da İstanbul’umuzun o eşsiz silueti “dikenleşmektedir”. Lüks konutlarımız E-5’in hemen yanı başında dizilmektedir, hem de Kartal’dan Florya’ya kadar. 

Bu yüzden de dünya çapında metrekare fiyatlarıyla yarışan yapılara sahipken, onların değerine değer katacak şehir dokusu ve şehir planlamasına sahip değiliz. Bizdeki şehircilik anlayışı daha çok değerli arsaların üzerinde dikilen pahalı kulelere hizmet edecek alt yapıyı yetiştirmekle sınırlı kalıyor. Ama her şeyden önemlisi çarpık şehirciliğimiz, gelişmemişliğimizin de aynası. Nasıl ki milyon dolar değerindeki daireleriyle süper lüks kuleler çevreleriyle çelişiyorsa, o kulelerin yapımındaki yönetmelik, denetim ve eleman kalitesi de çelişiyor.

İşte bu çelişkidir ki, 10 insanın canını feci şekilde alan ve alacak olan.

Şehirler ülkelerin aynalarıdır.

İstanbul’a bakınca ne görüyorsunuz?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve akillibinam.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.