Zuhal Nakay
Köşe Yazarı
Zuhal Nakay
 

PNR.istanbul - “Değişim I: Yeni”

Binat İletişim&Danışmanlık ve Yapı Medya İletişim’in ortak projesi olarak hayata geçirilen PNR.istanbul’un ilk etkinliği “Exchange I: New”, 3 Nisan Çarşamba günü SALT Galata’da gerçekleşti. Yapı sektörüne yönelik profesyonel iletişim ağı ve araştırma platformu olan PNR.istanbul; malzeme firmalarını ve mimarlık ofislerini bir araya getiren “Face to Face”, gündemdeki konuları odağına alarak tartışmaya açan “Focus”, yeni pazar olanaklarının konuşulduğu “Forum”, iş deneyimlerinin aktarıldığı “Exchange” ve kapsamlı araştırmaların raporlandığı “Research” gibi alt programlarıyla deneyime ve araştırmaya dayalı bilgi üretimini ve bu bilgilerin en hızlı ve de en etkili şekilde profesyonellerle paylaşılmasını hedefliyor. İlk etkinlikte katılımcılar Hollanda Başkonsolosu Bart von Bolhuis ve küresel ölçekte tanınmış mimarlar Melike Altınışık (Kurucu / MAA) ile David Gianotten (Yönetici Ortak / OMA) gelişen teknolojilerin yapı dünyasını nasıl değiştirdiğine ve sınırlara bağlı kalmayan mimarlık pratiğinin yükselen pazarlarına dair “yeni” deneyimlerini paylaştılar. Başkonsolosu Bolhuis, Hollanda Kentlerinin Değişim Gündemi’ni (NL Cities Transition Agenda) tanıtırken, değişim gündeminin ana başlıklarını oluşturan iklim ve enerji, dönüşümlü ekonomi, akıllı ve yeşil ulaşım ile kültürel mirasın korunması temelinde Hollanda’daki şehirlerin nasıl daha yaşanabilir hale getirildiğini anlattı. Açık ve tüm sosyal katmanları kapsayıcı şehircilik anlayışının önemini vurguladı. Bu arada SALT Galata binasına olan hayranlığının yanı sıra – resimden farklı olarak sadece kendi bisikleti yer almış olsa da – girişte bisiklet park yerinin düşünülmüş olmasını da çok takdir ettiğini dile getirdi. MAA’nın kurucusu ve birçok prestijli tasarım ödülünün sahibi olan Melike Altınışık ise kendini durmadan yenileyen doğanın “yeni” konusunda sonsuz bir ilham kaynağı olduğunu vurgularken,  Çamlıca TV-Radyo Kulesi’nin inşasında cephe modüllerini ana direk üzerinden yukarı çekerken, aslında yüzyıllardır süregelen bir yapı tekniğini kullandıklarını belirtti. Burada asıl yeni olanın, hem o yükseklikteki rüzgâr yüklerine ve hava şartlarına dayanıklı malzemeyi ve statiği sağlayan hem de dinamik akıcı tasarımların önünü açan yeni yapı teknolojilerinin olduğuna dikkat çekti.      Melike Altınışık ikinci olarak uluslararası yarışmada birinci gelen ve Güney Kore'nin Seul kentinde yer alacak olan dünyadaki ilk öncü Robot Bilimi Müzesi (Robot Science Museum) projesini tanıttı. Müzenin amacı bilim, teknoloji ve yenilikçiliğin toplum genelinde ilerlemesini ve desteklenmesi sağlamak. Bunu göz önünde bulunduran MAA, sadece geliştirdiği tasarımı, robotları ve yeni teknolojiyi sergilemekle kalmayan, bunun ötesinde tasarım sürecinden üretim ve inşa sürecine kadar tüm aşamalarda robotik teknolojiler kullanarak ilerleyecek olan bir proje oluşturmuş. Böylece bu müze daha sahada robotlarla inşa edilirken ilk sergisini başlatmış olacak. (Robot demişken, yüksek binaların cam cephelerini temizlemek için tasarlanan dronlara benzer uçan robotların çok büyük talep göreceği kanısındayım.) Müzenin robotlara ve onların ziyaretçilerine ait bir evren hissini yaratması için yapı dairesel, yönsüz ve akışkan bir tasarımla oluşturulmuş. Giriş katında yer alan kafeterya ve dijital kütüphane gibi işlevsel alanlarla ve dışarıdaki kamusal faaliyetlerin müzenin içinden de geçmesiyle fuaye alanıyla kamusal dış alan arasındaki devamlılığının sağlanması amaçlanmış. Bu yüksek ve karmaşık teknoloji içeren tasarım ile yapım süreci ise ancak tüm paydaşların ortak bilgi alışverişi platformunda buluşturan Yapı Bilgi Modeli (BIM) ile gerçekleştirilebilmiş.    Hollanda kökenli mimarlık şirketi OMA’nin yönetici ortağı olan David Gianotten ise mimarlığın yüzyıllar içersinde uzun süre sosyal özelliğini korurken, modern çağda emlak piyasasının devreye girmesiyle dünya nüfusunun sadece 8’nin erişebildiği çoğunlukla lüks gökdelenlerin inşa edildiğini, buna karşılık geri kalan 92’nin bildiğimiz çarpık ve sıkışık yapılaşmaya mahkûm olduğunu belirtti. Günümüzde mimarlardan hem çabuk, hem ucuz hem de ikonik binalar tasarlanması istenirken aslında ulaşılamaz bir ütopya hedeflendiğine işaret etti. Kendi ülkesi Hollanda’nın refah ve gelişmiş olarak bilindiğini, ancak bunun böyle olmadığı, özellikle kentlerin bazı bölümlerinin geri kaldığını ve düşük eğitim, sağlık ve yeşil alanı düzeyi ile beraber yüksek işsizlik ve sosyal yalıtılmışlık düzeyi içerdiğini belirtti; Rotterdam’ın güneyindeki Feyenoord bölgesinde olduğu gibi. Bilinen şehircilik anlayışıyla burada eskisinin yerine modern bir futbol sahasıyla beraber lüks kuleler planlanırken, OMA farklı bir masterplan yaklaşımı geliştirmiş. Eski arenayı atletizme kazandırırken, yeni sahanın farklı spor türleri için kullanılmasını ve tüm bölgeye yeşil akslar ve yaya yolları ile bağlanarak, kozmopolit ahali için bu spor kompleksinin hem bir sosyal buluşma mekânı hem de yeni iş imkânı sunan bir işlevle inşa edilmesini ve böylece tüm bölgenin kalkınmasını önermiş. Daha alçak ölçekte sosyal konutların çevrelediği açık ve yeşil alanlarla beraber bölgenin tüm çehresi değişmiş. Devasa bütçenin üstesinden ise tanınmış markaları sponsor olarak kazanarak, bağış toplayarak ve maddi gelir imkanı sağlayarak gelmiş ve sonuçta sadece maçtan maça belirli bir gruba hizmet eden arena yerine, tüm bölgeyi kalkındıran, geliştiren ve kaynaştıran bir kentsel dönüşüme imza atmışlar. Üstelik istenilen ikonik arena hedefinden de ödün vermeden. Halen yapımı devam eden arenanın olabildiğince alçak kalmasını ise OMA ileri teknolojiyle sahayı su seviyesinin altında inşa ederek başarmış. Uluslararası alanda ise OMA’nın aynı sosyal yaklaşımı gösterdiği diğer bir proje Tayvan’daki Taipei Sahne Sanatları Merkezi olmuş. Merkezin yer aldığı bölge, “akşam pazarı” olarak anılan ve daha çok düşük gelirli kesimin alışveriş yaptığı ve iş çıkışı yemek yiyip sosyalleştiği bir kentsel alan. Belediye başkanı akşam pazarının yerine uluslararası yarışmaya açtığı ikonik sahne sanatları merkezi inşa etmeye ve böylece David Gianotten’in sözleriyle, geniş tabanlı “düşük profilli” kullanımı “yüksek profilli” bir avuç elit seyircinin dar tabanlı kullanımıyla değiştirmeye karar vermiş. Bunun üzerine OMA yarışma şartnamesinin bütün sınırlarını olabildiğince zorlayarak ve zemindeki pazar yerini olduğu gibi koruyarak, sahne sanatları merkezini onun üzerinde yükselen bir yapı olarak tasarlamış. En büyük zorluk ise bölgenin deprem kuşağında yer alması olmuş. Böylesi devasa bir kütlenin depremde salınarak “yüzmesini” cephede yer alan küp ve küre çıkmaları ayrı esnek bacaklar üzerine taşıtarak sağlamışlar. Bu tasarım aynı zamanda yapıda farklı sahne ve loca düzenlerinin oluşturulabilmesine de imkân tanımış. Ancak en önemli özelliği zeminden başlayan ve yapının içinden çaprazlamasına yükselerek tüm sahneleri görmeyi ve kafeteryalı ara teras ile çatıdaki seyir terasına ulaşmayı sağlayan şeffaf yürüyen merdiven olmuş. Bu sayede zemindeki pazarın kullanıcılarından gösteriler için bilet alamayan veya almak istemeyenlere de sanatsal etkinlikleri görme ve merkezin sosyal alanlarından istifade etme imkânı sunulmuş. OMA Amsterdam’ın güney ucunda 70’li yıllarda banyolu ve televizyonlu hücreler ile ortak sosyal alanlı altı adet gökdelen olarak inşa edilen hapishane kompleksini dönüştürmek için zamanında arsanın en ucunda planlamış olan yedinci gökdeleni inşa ederken, yıkmadığı mevcut diğer iki bloğun arasına da farklı yükseklikte yeni konut yapıları tasarlamış. Bunların arasında ise birbirleriyle ve şehrin diğer bölgeleriyle bağlantılı yaya ve yeşil akslar ile sosyalleşme alanları oluşturarak, müthiş bir kentsel dönüşüm projesine imza atmış. Yıkılan binaların betonları öğütülüp çimento haline getirilirken, içlerindeki demirler de ayrılıp geri dönüşümlü olarak kullanılıyor. Bu projede de, diğer ikisinde olduğu gibi, tüm paydaş ve uzmanlar arasında eşzamanlı ve doğru bilgi akışını sağlayan Yapı Bilgi Modeli (BIM) bilgi platformuyla çalışılıyor. Bu kadar büyük, karmaşık ve ileri teknoloji içeren projelerin yönetilmesi zaten başka türlü mümkün değil. Melike Altınışık ve David Gianotten gelişen teknolojilerin yapı dünyasını nasıl değiştirdiğine ve sınırlara bağlı kalmayan mimarlık pratiğine dair bu “yeni” deneyimlerini paylaşırken, özünde değişmeyen tek unsurun insan olduğunu ve tasarımların ancak onu merkezine alarak başarılı olabileceğini; farklı toplumsal kesimler arasındaki sosyal bağları güçlendirirken şehirlerin nasıl daha yaşanabilir hale geldiğini; uluslararası proje yarışmaları ise böylesi birikimleri değerlendirmenin ve küresel ölçekte kültürel dostluklar kurmanın en doğru adresi olduğunu gösterdiler. Etkinliğin yer aldığı SALT Galata’ya gelecek olursak, böylesi bir manzarayı böylesi bir çerçevede sunan başka bir kenti bulmak kolay değildir. Ne var ki etrafındaki çarpık ve sıkışık yapılaşma bu manzarayı alt katlarda büyük ölçüde perdelemektedir. İş çıkışından kısa bir süre sonra ise bu eşsiz güzellikteki tarihi semt ürkütücü bir tenhalığa bürünmektedir. Yan sokaklarda da kapanan dükkânlar çöplerini adeta sokağa “kusarken”, bu görsel zenginlik hak etmediği şekilde örselenmektedir. Yukarıda bahsedilen sosyal yaklaşımla insanı ve bölgesel işlevleri merkeze alan kentsel dönüşümler, tam da buralarda gerekli olmaktadır. Emlak piyasasının yönlendirdiği radikal ve uyumsuz kentsel dönüşüm ve değişimlerden farklı olarak, tüm sosyal kesimleri kapsayan ve mevcut semt sakinlerini kollayan sosyal mimarlık ve şehircilik belki de en çok güzel İstanbul’umuzun hasret kaldığı bir yaklaşımdır.  PNR.istanbul bu bağlamda önemli katkılar sunmaya devam edecektir kuşkusuz. Neticede yaşanabilir şehirler ancak her birimizin ayrı katkılar ve farklı yaklaşımlar sunabildiği, doğru ve rekabetçi belediyecilik temelinde gelişebilmektedir. Zuhal Nakay Y. Mimar İTÜ/ETH-Zürich

PNR.istanbul - “Değişim I: Yeni”

Binat İletişim&Danışmanlık ve Yapı Medya İletişim’in ortak projesi olarak hayata geçirilen PNR.istanbul’un ilk etkinliği “Exchange I: New”, 3 Nisan Çarşamba günü SALT Galata’da gerçekleşti. Yapı sektörüne yönelik profesyonel iletişim ağı ve araştırma platformu olan PNR.istanbul; malzeme firmalarını ve mimarlık ofislerini bir araya getiren “Face to Face”, gündemdeki konuları odağına alarak tartışmaya açan “Focus”, yeni pazar olanaklarının konuşulduğu “Forum”, iş deneyimlerinin aktarıldığı “Exchange” ve kapsamlı araştırmaların raporlandığı “Research” gibi alt programlarıyla deneyime ve araştırmaya dayalı bilgi üretimini ve bu bilgilerin en hızlı ve de en etkili şekilde profesyonellerle paylaşılmasını hedefliyor.

İlk etkinlikte katılımcılar Hollanda Başkonsolosu Bart von Bolhuis ve küresel ölçekte tanınmış mimarlar Melike Altınışık (Kurucu / MAA) ile David Gianotten (Yönetici Ortak / OMA) gelişen teknolojilerin yapı dünyasını nasıl değiştirdiğine ve sınırlara bağlı kalmayan mimarlık pratiğinin yükselen pazarlarına dair “yeni” deneyimlerini paylaştılar.

Başkonsolosu Bolhuis, Hollanda Kentlerinin Değişim Gündemi’ni (NL Cities Transition Agenda) tanıtırken, değişim gündeminin ana başlıklarını oluşturan iklim ve enerji, dönüşümlü ekonomi, akıllı ve yeşil ulaşım ile kültürel mirasın korunması temelinde Hollanda’daki şehirlerin nasıl daha yaşanabilir hale getirildiğini anlattı. Açık ve tüm sosyal katmanları kapsayıcı şehircilik anlayışının önemini vurguladı. Bu arada SALT Galata binasına olan hayranlığının yanı sıra – resimden farklı olarak sadece kendi bisikleti yer almış olsa da – girişte bisiklet park yerinin düşünülmüş olmasını da çok takdir ettiğini dile getirdi.

MAA’nın kurucusu ve birçok prestijli tasarım ödülünün sahibi olan Melike Altınışık ise kendini durmadan yenileyen doğanın “yeni” konusunda sonsuz bir ilham kaynağı olduğunu vurgularken,  Çamlıca TV-Radyo Kulesi’nin inşasında cephe modüllerini ana direk üzerinden yukarı çekerken, aslında yüzyıllardır süregelen bir yapı tekniğini kullandıklarını belirtti. Burada asıl yeni olanın, hem o yükseklikteki rüzgâr yüklerine ve hava şartlarına dayanıklı malzemeyi ve statiği sağlayan hem de dinamik akıcı tasarımların önünü açan yeni yapı teknolojilerinin olduğuna dikkat çekti.   

 

Melike Altınışık ikinci olarak uluslararası yarışmada birinci gelen ve Güney Kore'nin Seul kentinde yer alacak olan dünyadaki ilk öncü Robot Bilimi Müzesi (Robot Science Museum) projesini tanıttı. Müzenin amacı bilim, teknoloji ve yenilikçiliğin toplum genelinde ilerlemesini ve desteklenmesi sağlamak. Bunu göz önünde bulunduran MAA, sadece geliştirdiği tasarımı, robotları ve yeni teknolojiyi sergilemekle kalmayan, bunun ötesinde tasarım sürecinden üretim ve inşa sürecine kadar tüm aşamalarda robotik teknolojiler kullanarak ilerleyecek olan bir proje oluşturmuş. Böylece bu müze daha sahada robotlarla inşa edilirken ilk sergisini başlatmış olacak. (Robot demişken, yüksek binaların cam cephelerini temizlemek için tasarlanan dronlara benzer uçan robotların çok büyük talep göreceği kanısındayım.)

Müzenin robotlara ve onların ziyaretçilerine ait bir evren hissini yaratması için yapı dairesel, yönsüz ve akışkan bir tasarımla oluşturulmuş. Giriş katında yer alan kafeterya ve dijital kütüphane gibi işlevsel alanlarla ve dışarıdaki kamusal faaliyetlerin müzenin içinden de geçmesiyle fuaye alanıyla kamusal dış alan arasındaki devamlılığının sağlanması amaçlanmış. Bu yüksek ve karmaşık teknoloji içeren tasarım ile yapım süreci ise ancak tüm paydaşların ortak bilgi alışverişi platformunda buluşturan Yapı Bilgi Modeli (BIM) ile gerçekleştirilebilmiş. 

 

Hollanda kökenli mimarlık şirketi OMA’nin yönetici ortağı olan David Gianotten ise mimarlığın yüzyıllar içersinde uzun süre sosyal özelliğini korurken, modern çağda emlak piyasasının devreye girmesiyle dünya nüfusunun sadece 8’nin erişebildiği çoğunlukla lüks gökdelenlerin inşa edildiğini, buna karşılık geri kalan 92’nin bildiğimiz çarpık ve sıkışık yapılaşmaya mahkûm olduğunu belirtti. Günümüzde mimarlardan hem çabuk, hem ucuz hem de ikonik binalar tasarlanması istenirken aslında ulaşılamaz bir ütopya hedeflendiğine işaret etti.

Kendi ülkesi Hollanda’nın refah ve gelişmiş olarak bilindiğini, ancak bunun böyle olmadığı, özellikle kentlerin bazı bölümlerinin geri kaldığını ve düşük eğitim, sağlık ve yeşil alanı düzeyi ile beraber yüksek işsizlik ve sosyal yalıtılmışlık düzeyi içerdiğini belirtti; Rotterdam’ın güneyindeki Feyenoord bölgesinde olduğu gibi. Bilinen şehircilik anlayışıyla burada eskisinin yerine modern bir futbol sahasıyla beraber lüks kuleler planlanırken, OMA farklı bir masterplan yaklaşımı geliştirmiş. Eski arenayı atletizme kazandırırken, yeni sahanın farklı spor türleri için kullanılmasını ve tüm bölgeye yeşil akslar ve yaya yolları ile bağlanarak, kozmopolit ahali için bu spor kompleksinin hem bir sosyal buluşma mekânı hem de yeni iş imkânı sunan bir işlevle inşa edilmesini ve böylece tüm bölgenin kalkınmasını önermiş. Daha alçak ölçekte sosyal konutların çevrelediği açık ve yeşil alanlarla beraber bölgenin tüm çehresi değişmiş. Devasa bütçenin üstesinden ise tanınmış markaları sponsor olarak kazanarak, bağış toplayarak ve maddi gelir imkanı sağlayarak gelmiş ve sonuçta sadece maçtan maça belirli bir gruba hizmet eden arena yerine, tüm bölgeyi kalkındıran, geliştiren ve kaynaştıran bir kentsel dönüşüme imza atmışlar. Üstelik istenilen ikonik arena hedefinden de ödün vermeden. Halen yapımı devam eden arenanın olabildiğince alçak kalmasını ise OMA ileri teknolojiyle sahayı su seviyesinin altında inşa ederek başarmış.

Uluslararası alanda ise OMA’nın aynı sosyal yaklaşımı gösterdiği diğer bir proje Tayvan’daki Taipei Sahne Sanatları Merkezi olmuş. Merkezin yer aldığı bölge, “akşam pazarı” olarak anılan ve daha çok düşük gelirli kesimin alışveriş yaptığı ve iş çıkışı yemek yiyip sosyalleştiği bir kentsel alan. Belediye başkanı akşam pazarının yerine uluslararası yarışmaya açtığı ikonik sahne sanatları merkezi inşa etmeye ve böylece David Gianotten’in sözleriyle, geniş tabanlı “düşük profilli” kullanımı “yüksek profilli” bir avuç elit seyircinin dar tabanlı kullanımıyla değiştirmeye karar vermiş. Bunun üzerine OMA yarışma şartnamesinin bütün sınırlarını olabildiğince zorlayarak ve zemindeki pazar yerini olduğu gibi koruyarak, sahne sanatları merkezini onun üzerinde yükselen bir yapı olarak tasarlamış. En büyük zorluk ise bölgenin deprem kuşağında yer alması olmuş. Böylesi devasa bir kütlenin depremde salınarak “yüzmesini” cephede yer alan küp ve küre çıkmaları ayrı esnek bacaklar üzerine taşıtarak sağlamışlar. Bu tasarım aynı zamanda yapıda farklı sahne ve loca düzenlerinin oluşturulabilmesine de imkân tanımış. Ancak en önemli özelliği zeminden başlayan ve yapının içinden çaprazlamasına yükselerek tüm sahneleri görmeyi ve kafeteryalı ara teras ile çatıdaki seyir terasına ulaşmayı sağlayan şeffaf yürüyen merdiven olmuş. Bu sayede zemindeki pazarın kullanıcılarından gösteriler için bilet alamayan veya almak istemeyenlere de sanatsal etkinlikleri görme ve merkezin sosyal alanlarından istifade etme imkânı sunulmuş.

OMA Amsterdam’ın güney ucunda 70’li yıllarda banyolu ve televizyonlu hücreler ile ortak sosyal alanlı altı adet gökdelen olarak inşa edilen hapishane kompleksini dönüştürmek için zamanında arsanın en ucunda planlamış olan yedinci gökdeleni inşa ederken, yıkmadığı mevcut diğer iki bloğun arasına da farklı yükseklikte yeni konut yapıları tasarlamış. Bunların arasında ise birbirleriyle ve şehrin diğer bölgeleriyle bağlantılı yaya ve yeşil akslar ile sosyalleşme alanları oluşturarak, müthiş bir kentsel dönüşüm projesine imza atmış. Yıkılan binaların betonları öğütülüp çimento haline getirilirken, içlerindeki demirler de ayrılıp geri dönüşümlü olarak kullanılıyor. Bu projede de, diğer ikisinde olduğu gibi, tüm paydaş ve uzmanlar arasında eşzamanlı ve doğru bilgi akışını sağlayan Yapı Bilgi Modeli (BIM) bilgi platformuyla çalışılıyor. Bu kadar büyük, karmaşık ve ileri teknoloji içeren projelerin yönetilmesi zaten başka türlü mümkün değil.

Melike Altınışık ve David Gianotten gelişen teknolojilerin yapı dünyasını nasıl değiştirdiğine ve sınırlara bağlı kalmayan mimarlık pratiğine dair bu “yeni” deneyimlerini paylaşırken, özünde değişmeyen tek unsurun insan olduğunu ve tasarımların ancak onu merkezine alarak başarılı olabileceğini; farklı toplumsal kesimler arasındaki sosyal bağları güçlendirirken şehirlerin nasıl daha yaşanabilir hale geldiğini; uluslararası proje yarışmaları ise böylesi birikimleri değerlendirmenin ve küresel ölçekte kültürel dostluklar kurmanın en doğru adresi olduğunu gösterdiler.

Etkinliğin yer aldığı SALT Galata’ya gelecek olursak, böylesi bir manzarayı böylesi bir çerçevede sunan başka bir kenti bulmak kolay değildir. Ne var ki etrafındaki çarpık ve sıkışık yapılaşma bu manzarayı alt katlarda büyük ölçüde perdelemektedir. İş çıkışından kısa bir süre sonra ise bu eşsiz güzellikteki tarihi semt ürkütücü bir tenhalığa bürünmektedir. Yan sokaklarda da kapanan dükkânlar çöplerini adeta sokağa “kusarken”, bu görsel zenginlik hak etmediği şekilde örselenmektedir. Yukarıda bahsedilen sosyal yaklaşımla insanı ve bölgesel işlevleri merkeze alan kentsel dönüşümler, tam da buralarda gerekli olmaktadır.

Emlak piyasasının yönlendirdiği radikal ve uyumsuz kentsel dönüşüm ve değişimlerden farklı olarak, tüm sosyal kesimleri kapsayan ve mevcut semt sakinlerini kollayan sosyal mimarlık ve şehircilik belki de en çok güzel İstanbul’umuzun hasret kaldığı bir yaklaşımdır.  PNR.istanbul bu bağlamda önemli katkılar sunmaya devam edecektir kuşkusuz.

Neticede yaşanabilir şehirler ancak her birimizin ayrı katkılar ve farklı yaklaşımlar sunabildiği, doğru ve rekabetçi belediyecilik temelinde gelişebilmektedir.

Zuhal Nakay

Y. Mimar İTÜ/ETH-Zürich

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve akillibinam.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.