Almanya henüz ikiye bölünmüşken, Doğu Almanya’da (DDR – Deutsche Demokratische Republik) yer alan Batı Berlin’e seyahat etmek en heyecan verici serüvenlerden biriydi. Komünist çember içindeki bu şehrin kapitalist kısmını ziyaret etmek hem “özgür” dünya ile dayanışma jesti hem de baskıcı Rusya rejimine karşı tepki koyma olarak addediliyordu. Özellikle de uluslararası eğitim veya mesleki programları çerçevesinde genç öğrenci veya mesleki grupların bu sembolik geziye katılımları olmazsa olmazlardandı.
Benim de önce üniversite sonrasında ise master döneminde bu sıra dışı kenti iki kez gezme imkânım oldu. Geceleyin trenle Doğu Almanya sınırları içersinde yol alırken, karanlıkta pek bir şey göremiyorduk. Bu nedenle Doğu Berlin’i sabahtan akşama, çok katı belirlenmiş saatler ve program dâhilinde de olsa, gezebilmek fırsatını her iki defasında da kaçırmamıştım. Ancak ikinci ziyaretimizde Kanadalı gezi arkadaşımla daha özgür dolaşabilmiş ve geceleyin bir konsere katıldıktan sonra son trenle geri dönme kararı almıştık.
Doğu Berlin’de ilk göze çarpan tenhalık oluyordu, bunda kuşkusuz kadın erkek tüm yetişkinlerin çalışıyor olmasının payı vardı. Ancak bunun dışında çocuk veya yaşlı da pek kimseyi göremiyorduk. Otobüslerle gezerken uzaktan görebildiğimiz siteler ile devasa park ve meydanlarda da hep son derece resmi ve ürkütücü bir sessizlik hükmediyordu. Kanadalı arkadaşımla daha geç dönmeye karar verince, akşam yemeği için restoran bulmakta da oldukça zorlanmıştık. Her yer iyicene ıssızlaşmışken, lambalar da ortalığı pek aydınlatmıyordu.
Canlı “medeni” dünyadan tümüyle kopmuş hissini yaşarken konser salonunda son derece düzgün ve yine neredeyse sessiz kuyruğa girip sırasını bekleyen insan kalabalığını görünce inanılmaz sevinmiştik. Konser arasında da DDR markından kalanlar portakal suyuna yetmeyince, bizi uzaktan gülümseyerek izleyen orta yaşlı bir beyefendinin izin verin ben ısmarlayayım genç hanımlar jestiyle hem mahcup hem de mutlu olmuştuk.
Dönüş yolunda bu esrarengiz şekildeki sessiz şehirde bu kadar az insan portresi izleyebilmiş olmanın hayal kırıklığıyla, nerede ve nasıl yaşıyor acaba tüm diğerleri sorusu zihnimi kurcalamış ve yıllar içersinde hiç dinmeyen bir merak olarak içimde kalmıştı. Ta ki bundan beş sene öncesinde Der Spiegel’in internet sitesinde o zamanın Doğu Almanya’sının harika siyah beyaz resimleriyle karşılaşıncaya kadar. Birincisi merakım fazlasıyla tatmin oldu, ikincisi ise Doğu Berlin’de bu kadar katı sınırlanmış gezi programının nedenlerini öğrenmiş oldum.
Diğer birçok ülke gibi Doğu Almanya da sosyal konut açığını “Plattenbau” olarak adlandırılan prefabrik yapılarla kapatmaya çalışıyordu. Özel inşaat sektörü sistematik şekilde yok edilirken, büyük kentlerin dış bölgelerinde hızla endüstriyel konut blokları yükseliyordu. Aşağıdaki resimde yer alan ve 1985 yılında inşa edilen 20.000 kişi kapasiteli Rostock-Dierkow sitesi bunlara tipik bir örnektir.
Küçük mutfaklarda laminat kaplamalı mobilya, elektrikli ocak ve eviye yer alırken, aylık taksitler cüzi kira olarak ödeniyordu. Günlük gereksinimleri karşılayan postane, muayenehane ve berber gibi işlevler bizzat konutların içinde yer alırken, bu geçici düzenlemelerden bazılarının günümüze kadar devam ettiği belirtilmiş.
Ancak bundan sonraki resim, zamanında Doğu Berlin’de neden bu denli az ve “steril” sitelerinin gösterildiğinin en “çocuksu” cevabıdır belki de. Yağmur sonrası binaların önünde biriken su ve çamurda çocuklar oynamaya bayılırken, anahtar teslimdeki mutlu aile propagandasıyla çeliştiğinden, 1981’de sergilenen bu fotoğraf SED yoldaşlarının pek hoşuna gitmemiş. 1971’deki parti kurultayında 1990’a kadar sosyal konut sorunun tümüyle çözülmesi kararı alınırken, Berlin’e öncelik verilerek diğer bölgelerdeki inşaat birlikleri buraya yönlendirilmiş. Sonuçta merkezde aşırı steril göstermelik örnekler oluşurken, geri kalanında inşaat atıkları bile ortada bırakılmış.
Bekâr ve çocuksuz çiftlerin konut edinme şansı pek yokken, çocuk sayısının çokluğu devlet tarafından öncelik tanınma baskısı olarak kullanılmış. Umutsuz bazı aileler ise boş bir konuta taşınarak komşulardan öğrendikleri hesaba kirayı yatırarak, kalıcı şekilde kalmayı başarmış. İnşaat devam ederken taşınıldığından çamur, gürültü ve eğreti çözümler ise doğal olarak sabırla karşılanmış.
Genç çiftler faizsiz alabildikleri 5000 – 7000 Mark civarındaki evlenme kredisini çok düşük taksitlerle geri ödüyor veya üç çocuk sahibi olunca bundan tümüyle muaf tutuluyormuş. “Islak hücre” ise öne çıkan standart ürün olarak her bir metrekaresi özenli ve çamaşır makineleriyle uyumlu olarak tasarlanmışken, DDR’in seramikleri sadece ihracat için üretmesiyle nedeniyle banyolar duvar kâğıdıyla kaplanıyormuş (fotoğraf 1987).
Her ne kadar şehir planlamacıları yeşil yaya alanları, mağazalar ve çeşmeler öngörmüş olsalar da, dış bölgelere merkezlere olduğu gibi ürün dağıtılmadığından beklenen kentsel yaşam oluşamamış. Aynı şekilde pazar tezgâhı olarak planlanan şehir mobilyası ürün yokluğundan boş kalırken, 1985’te çekilen resimde kendi özel bahçesinde ürettiği çiçekleri satan kadın anında bir kuyruk oluşturmuş. Bu bağlamda altta yer alan iki fotoğraf, Doğu Berlin gezilerinde gözlerimin en çok aradığı insan profillerini sunmuş oldu. Bahsedilen kuşkusuz tüm önemli eksiklik ve yanlışlara rağmen insanlarda belli bir eğitim seviyesi ve kültürün yakalanmış olduğu görülüyor. Duvarın yıkılmasından sonra Batı Berlin’e özgürce geçişler başlayınca, doğu tarafındakiler en çok kapitalist yaşamın renk karmaşasını ve stresli koşuşturmasını yadırgadıklarını belirtmişlerdi.
Tüm kadın ve erkeklere tam gün çalışma hakkı ve zorunluluğunu öngören Sovyet komünizmi devlet doktrini doğrultusunda yeni sitelerin planlamasına kreşler, anaokulları ve okullar başından itibaren dâhil ediliyordu. Zamanında batıya iltica etmiş olan doğu blok kökenli kadınlar ise batıda en çok küçük çocuk kreşlerinin eksikliğini çektiklerini belirtiyor ve anne olarak meslek yaşamına devam etmenin neredeyse imkânsız olmasından şikayet ediyorlardı. HO satış mağazalarında ise en temel ihtiyaçlar giderilebilirken, Perşembe günleri 20.00’ye kadar açık oldukları, et için her zaman kuyruklar oluştuğu, boş rafların boş yumurta paketleriyle kamufle edildiği, buna karşın alkolün her zaman bol bulunduğu belirtilmiş. Bu da ortada göremediğimiz emekçi kesimin yaşantısına dair belki de en çarpıcı resimlerden birisidir.
Çamaşır yıkamayla kurutma ve bisiklet alanları ortaklaşa kullanılırken (aynı dönemde İsviçre’deki orta sınıfa yönelik sitelerde de aynısı geçerliydi ve halen geçerlidir), daireler ve bodruma yönelik özel koruma önlemleri alınmıyor ve genelde sadece bisiklet tekeri supapları çalınıyormuş. Örnek olarak gösterilen ve sadece siyasi ayrıcalıklara tahsis edilen Rostock sitesi gibi örnekler ise normal vatandaşlarını dillerini yutmasına neden olanlardan (fotoğraf 1985).
Partiden emekli olanların dışında devlet yaşlıları pek umursamazken, aileler zaten sıkışık yaşarken, paydos saati olarak adlandırılanlar bakım evlerinin çoğu fazlasıyla dolu veya bakımsızken, 60-65 yaşı geçenlerden geçiş pasaportunu elde edenler ve maddi imkâna sahip olanlar Batı Almanya’daki yakınlarının yanına yerleşiyormuş. Altı katı geçen her binada asansör koyma zorunluluğundan ise devlet, resimdeki 1990 yılına ait Rostock-Dierkow sitesinde olduğu gibi, zemin katını sıfır olarak adlandırarak kaytarıyormuş. 1981 yılında resimlerin ilk kez yayınlanması SED yoldaşlarının yeşil alanların yapımının zaman ve sabır gerektirdiğini belirterek kızmalarına neden olurken, dört yıl sonra çekilen resimde bir şeyin değişmediği görülüyor. Bu bağlamda siyaseten yapılan yanlışların, yok saymaların ve çarpıtmaların nasıl bire bir mimarlığa yansıdığı en veciz haliyle sergilenmektedir.
Devlet konutlarının veya sosyal konutların yapımı gittikçe tuhaf bir şekil alırken, bilinen tüm komünist isimlerinin tüketilmesinden sonra yeşilliğin zerresi olmayan yerlere “Yaşam Ağacı Caddesi” denmesi belki de mimarlık siyaset ikilisinin en çelişkili örneklerinden. Ayrıca zaman baskısı altında ve yeterince planlanmadan inşa edilen kentsel yenilemelerde mevcut tarihi yapılaşmanın acımasızca yıkılması da mimarlık siyaset ikisinin her daim en üzücü gerçeklerindendir.
1989 yılından kalma yerel seçim broşüründe ise, “Bizim Konut Planlamamız: Mutlu Aileler” sloganından ikna olmayan seçmenler resmi adayı seçmeyince, sonuçlar anında değiştirilmiş ve evraklar da imha edilmiş. Bu da gerçek demokrasi ve şeffaflık olmayan rejimlerde mimarlık ile siyaset ikilisinin beraber gelişen deformasyonunun en klasik örneğidir. Ya da diğer bir bakış açısıyla mimarlığın – güzel veya çirkin – siyasetin kaçınılmaz aynası olmasıdır. Bu bağlamda ise bizdeki örneklerden en başta akla gelen, Bursa’nın tarihi dokusu içersinde ok gibi göğe yükselen TOKİ konutlarıdır kuşkusuz.
Sonuç olarak Doğu Almanya ile ilgili bu siyah beyaz resimler sadece bir dönemin ve rejimin çok merak ettiğim günlük yaşantısından biraz olsun kesitler görmemizi sağlamıyor, mimarlık ve siyasetin ne kadar birbirinden ayrılmaz kavramlar olduğunu da en yalın haliyle hatırlatıyor. Bu resimleri benim açımdan özel kılan ise, Otopark Tasarımı çevirisi sonrasında üçüncü kez ziyaret etme imkânı bulduğum Berlin’de kitabın Doğu Alman kökenli yayıncı çifti Natascha ve Philipp Meuser ile tanışmış ve resimlerin onların arşivine ait olduğunu öğrenmiş olmamdır.
‘DOM publishers’ adlı bu küçük ama mimarlık açısından son derece rafine kitapevi, o döneme ait bambaşka kültürele bir ayna sunuyor.
Bu bağlamda mimarlık siyaset ikilisini Doğu Almanya üzerinden değerlendirirken, bu olumlu örnek de daima akılda tutulmalıdır.
Zuhal Nakay
Y. Mimar, İTÜ / ETH-Zürich
Kaynak:
Der Spiegel, DDR-Wohnungsnot, Glücklich in der Platte / 23.06.2014
https://www.spiegel.de/einestages/plattenbau-in-der-ddr-a-971320.html
İlgili yazılar:
DOM publishers ve Selçuklular
http://blog.milliyet.com.tr/dom-publishers-ve-selcuklular/Blog/?BlogNo=542482
Ankara’nın mimarlık rehberi mi olur?
http://blog.milliyet.com.tr/ankara-nin-mimarlik-rehberi-mi-olur-/Blog/?BlogNo=545962