Sorunun cevabını ararken, öncellikle modern bina olarak ne anladığımıza açıklık getirmemiz gerekir. Modern binalar günümüz en gelişmiş tasarım yöntemleri, yapım teknolojileri ve malzemesiyle inşa edilen yapılardır. Bu nedenle tuvaletlerin de (ya da günümüz moda deyimiyle “lavaboların”) aynı yüksek standardı içerdiği varsayımıyla kokmadıklarını söylemek mümkündür.
Hatta bundan da öteye giderek temiz, aydınlık ve “mis” gibi kokan tuvaletlerin veya genel olarak ıslak hacimlerin prestijli yapıların kalite belgesi olduğunu da söyleyebiliriz. Özellikle de modern alışveriş merkezleri çoğunlukla bu yönleriyle de anılmakta ve övülmektedir. Bazı AVM’lerimizin yurt dışında kalite ödülü kazanmasının nedenlerinden biri de kuşkusuz bu estetik ile bakımın davetkâr birleşimidir.
Ancak bu kalite standartları tüm AVM’ler için geçerli değildir. Sayısız tecrübeye ve salt mesleki bakış açısına dayanarak belirtmeliyim ki, muhafazakâr kesim (özel/resmi) tarafından inşa edilen alışveriş merkezi ve benzeri büyük binaların istisnasız tümünde tuvaletler ne yazık ki kokmaktadır. Hatta yönünüzü tayin ederken levhalardan önce kokunun belirleyici olduğu durumlar bile vardır. Doğal olarak İstanbul’un merkezi lüks semtlerinde inşa edilen binalar ile daha mütevazı konumlarda ve bütçelerle inşa edilenleri kıyaslamak haksızlık olur.
Ancak yeni ve çok büyük bütçelerle inşa edilenlerle de durum farklı değil. Çağlayan Adliyesi’ni ele alacak olursak örneğin, son derece ferah ve büyük giriş avlusuyla eski karanlık ve sıkışık adliyelere kıyasla gerçekten de hak aramanın ve hukuk devletinin güncel yapısal standardını yakalamış durumda. Kafeteryasından, iç mekân tasarımı ve düzenlemelerine kadar yapının bütününde de aynı işlevsel estetik sürdürülmekte.
Ne var ki, tuvaletler bölümüne yönelince yine aynı kesif koku ile karşılaşıyorsunuz. Birincisi, oldukça büyük ve fazla sayıda tuvalet kabiniyle oluşturulmuş bir mekân. Kullanma yoğunluğu ne kadar bilemiyorum, ama sanki biraz kapasite üstü planlanmış gibi duruyor. Az kullanıma bağlı ek bir koku oluşumu da olabilir belki. Ancak sanırım en önemli sorun, tesisatta kokunun geri tepmesini önleyen S borusu, kolon havalandırması ve giderlerin bağlantılarının doğru uygulanmaması. Günümüz teknolojisi ile aslında temelden ve zorlanmadan çözümlenen detaylar.
Ne yazık ki, İstanbul Kongre Merkezi’nde de aynı koku sorunu fazlasıyla yaşanmaktadır. Ancak burada ilk göze çarpan yanlış düzenlemedir. Şöyle ki, evinizde tuvaletler hiçbir zaman doğrudan misafir salonunuza açılmamaktadır. Tam aksine arka planda kalıp mahremiyet sağlamaları arzu edilir. Oysa söz konusu merkezdeki tuvaletler doğrudan giriş holüne açılmakta ve danışmanın da iki yanında yer almakta. Böylelikle koku özellikle sergi ve toplantı mekânına girip çıkarken çok belirgin şekilde hissedilmektedir. Bu gibi yapılarda buna hiç alışkın olmayan yabancı konuklarda da, mecburen bu bölgeden geçerken, oldukça nahoş bir yüz ifadesi oluşmaktadır. Bu durumda dünyanın en güzel mimarisini de sunsanız, beğeni toplamanız imkânsızdır. Hatta oldukça puan kaybedersiniz.
Alaturka tuvaletlerde sanki koku sorunu daha da büyüyor. Sürekli damlayan taharet musluğunun altındaki plastik kaplar da pek davet edici durmuyor. Bu konuda genelde yeni ve işlevsel tasarım arayışları şart gibi. Bu arada belirtmek gerekiyor, oturarak değil de, çömelme pozisyonunun kalın bağırsak işlevi açısından çok daha sağlıklı olduğu kanıtlandı. Bu nedenle alafranga tuvaletler de artık hafif eğilimli tasarlanmaya başlandı. Gelişmiş taharet musluğu çözümü ise yine lüks segmanda yer alıyor, “kuru” temizlenmenin sağlıksız ve yetersiz olması nedeniyle.
Diyeceğim, temelde doğru ve sağlıklı olan gelenekler bile yetersiz ve yanlış uygulamalarla itici hale geliyor. Günümüzde tuvalet ve banyo veya genelde ıslak hacim tasarımları, yüksek sağlık ve estetik standartlar içeren bir uzmanlık dalı haline gelmiş durumda. Biz ise halen en basit koku sorununu ve en temel tasarım yanlışlarını dahi giderebilmiş değiliz. Özellikle de muhafazakâr kesimin yönetiminde inşa edilen yapılarda. Taşeron sisteminin ehil kişileri devre dışı bırakmasının bunda önemli bir payı olduğunu düşünüyorum.
Mescit konusunda da öncelik yapan aynı kesim, tarihi köşklerde örneğin genelde çok küçük ve ıslak ile kuru alanların birbirine karıştığı iç açıcı olmayan çözümler sunmakta. Buna karşın mescitlere genel olarak karşı olan veya gereksiz gören laik kesimin yapılarında çok temiz ve işlevsel mescitlere rastlanabilmektedir. Çünkü tasarım ve uygulama profesyonel olunca, sonuç da doğru ve davetkâr oluyor. Bu da ülkemize has özgün çelişkilerdendir.
Son olarak da, koku haricinde düzgün tasarlanan nice devlet hastanelerinde kullanıcı profili nedeniyle tuvaletler çok yıpranmakta ve kirletilmektedir. Bu nedenle kapsamlı tuvalet eğitimi anaokulundan itibaren ülkemiz için olmazsa olmazlardandır. Üniversite tuvaletlerimizde de ne yazık ki kullanımla ilgili iyi bir karne sunmuyor. Tuvaletler konusunda standart doğru çözüm ve standart doğru kullanım halen en temel sorunlarımızdan. “Lavabo” demekle bu iş çözülmüyor.
Bana tuvaletini göster, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Zuhal Nakay
Y. Mimar, İTU/ETH-Zürich