Zuhal Nakay
Köşe Yazarı
Zuhal Nakay
 

Koronavirüs ve Home Office: Zorunluluktan Sürekliliğe

Home Office, yani evin bir bölümünü ofis olarak kullanarak evden çalışma imkânı, günümüzde en cazip çalışma koşullarından biri olarak görülüyor. Özellikle de büyük metropollerde trafikte uzun saatler sıkışmak yerine, evde doğrudan işin başına geçmek ve artan zamanı özel yaşama ayırabilmek çoğu kişinin rüyası ve daha çok serbest çalışanların tercih edebildiği bir seçenek. Ayrıca ev koşullarının da genişlik ve kişi sayısı açısından buna uygun olması gerekiyor. Ancak tüm bunlardan bağımsız olarak, dizüstü bilgisayar ile cep telefonun varlığıyla bulunduğunuz her yerden iş ortamına bağlanabilme seçeneği, koronavirüs salgınıyla birlikte bambaşka bir boyuta taşındı. İşi veya ev ortamı uygun olsun veya olmasın, salgın dalgasının hızla yükseldiği veya yükselme eğilimi gösterdiği birçok dünya metropolünde karantina sonucu veya şirketlerin özel tercihi nedeniyle milyonlarca kişi evden çalışmaya başladı. Home office, seçenekten zorunluluğa dönüştü.   Her ne kadar bu gibi salgınlar geçici olsa da, etkiledikleri kitleler ve yaşam alanları çoğalıp genişliyor. Büyük ihtimal daha da gelişecek olan virüs tipleri, artık günlük hayatımızın kaçınılmaz bir parçası haline gelecek ve en çok yapısal çevremizde yeni çözüm arayışlarına yol açacak. Eğitim, kültürel ve sportif faaliyetlerin de en azından bir süreliğine internet üzerinden takip edilmesi, uzun vadede farklı etkileri ve yaklaşımları beraberinde getirecek.   Tüm bu gelişmelerin eşliğinde, aşağıda linkini verdiğim Archdaily’de yer alan makale şu ilginç soruya cevap bulmaya çalışmış: “Koronavirüsü Ofisler İçin Sonunun Başlangıcı mı?”   Kuşkusuz üzerinde durmaya değer bir soru.   Koronavirüsü nedeniyle bilinen klasik ofis düzeninin tarihe karışması beklenmiyor, ancak bu salgın tüm dünya çapında devasa ölçekte evden çalışma deneyimine neden oldu. Bu haliyle bir sıçramaya yarattıysa da, sadece mevcut trendi hızlandırdı özünde; örneğin ABD’de 2005 yılından itibaren yüzde 173’lük bir artışla 4.7 milyon veya çalışanların yüzde 3.4’ü, Avrupa Birliğinde ise 2017 itibarıyla yüzde 5’i, Hollanda’da yüzde 13.7’si ve Finlandiya’da yüzde 12.3’ü düzenli olarak evden çalışmaktadır. Evden çalışma aynı zamanda uzaktan çalışabilme de demek olduğundan, şirketler arzu ettikleri üst düzey yetenekleri herhangi bir coğrafi sınır olmaksızın işe alabiliyor. Stanford’un 2017 yılında yaptığı bir araştırmaya göre evden çalışmanın verimliliği yüzde 13,5 oranında arttırdığı, buna karşılık hasta yazılan günleri azaltırken, iş memnuniyetini de yükselttiği belirlenmiş. Ekonomik açıdan ise şirketlerin ofis binaları ve malzemeleri gibi ek yüklerinde azalma kaydedilmiş.   Çalışanlar açısından ise daha az zaman ve para giderlerine karşılık, daha kaliteli bir iş ve yaşam dengesiyle beraber daha sessiz ve üretken bir çalışma ortamı artılar olarak ön plana çıkıyor. ABD kökenli Global Workplace Analytics’in gözlemlerine göre, çalışanlar yüzde 80 – yüzde 90 oranında en azından yarı zamanlı olarak uzaktan çalışmayı arzu ediyor. Aynı kuruluş uygun işlerde çalışanların bunu yarı zamanlı olarak evden yapması durumunda, şirket ile çalışanlar açısından 700 milyar dolar tasarruf sağlanacağı, sera gazı tasarrufunun ise tüm New York eyaletindeki işgücünün yollardan kalıcı olarak uzak kalmasına eşdeğer miktarda olacağı belirlenmiş. Bu yaklaşım ve alışkanlıklardaki değişimlerin ise mimar ve tasarımcılara yepyeni kapılar açacağı varsayılıyor. Mimari her tür bilgi, veri ve modelin dijital ortamlarda hem yerel hem de küresel olarak tüm meslektaşlarıyla BIM modelleri, ortak platformlar ve uzak serverlar aracılığıyla paylaşmanın mümkün olduğunu gören mimarların, tüm bu çalışma modelleriyle ofis veya alternatif çalışma mekânlarının gelişmesinde de kullanmaları bekleniyor.   Geleneksel ofis anlayışı kuşkusuz devam edecek, ancak uzaktan çalışma eğilimlerinin mimarlığın üzerinde güçlü etkileri olacaktır. Yapılan tahminlere göre işyerindeki bir çalışma masası günün yüzde 40’ında boş durmaktadır. Gelecekte çalışanların birçoğu haftalık çalışma süresinin yüzde 50’sini büyük olasılıkla uzaktan çalışma şeklinde kullanacağından, ofisler daha esnek tasarlanacak ve bazıları da “uzaktaki ev” gibi düşünülerek, daha çok ev ortamını çağrıştıracak şekilde düzenlenecektir. Bunun yanı sıra “coworking”, yani ortaklaşa çalışma ile geleneksel ve uzaktan çalışmayı buluşturan bir ara yaklaşım oluştu: Yüksek donanımlı ortak ofislerde çalışanlar, tüm dünyadaki meslektaşları ile etkili bir şekilde iletişime girerken, uzaktan çalışmanın en büyük bir zorluğu olarak kabul edilen fiziksel soyutlanma ve yalnızlık duygusuna kapılmıyor. Neredeyse tüm etkin endüstri kollarında gözlemlenen teknolojik değişimin gittikçe yükselen hızı, çalışma ve yaşam alışkanlıklarımızın tümüyle yeniden tasarlanmasını gerekli kılabilir. Mimarlar, çalışma ve yaşam ortamlarımızı dijital, fiziksel, yerel ve küresel olarak birbirine bağlarken, düzinelerle hatta yüzlerce çalışanı her gün aynı binada 8 saatliğine bir arada toplayan yaklaşımı tümüyle geçmişte bırakarak, henüz var olmayan yepyeni bir mekân türü tasarlamak zorunda kalabilirler.   Bu da tabii çok önemli bir soruyu beraberinde getiriyor: Çoğunlukla karmaşık aletler ve donanımlar içeren ve kapsamlı bir çalışma şekline göre oluşturulan mevcut ofis türlerini kentlerin merkezlerindeki yeni yaşam ve üretim şekillerine göre dönüştürmek mümkün olacak mı? Daha önce ofis türlerinde köklü değişiklikler görüldü. Açık plan ofisleri ilk olarak 1940'larda ortaya çıkarken, günümüzde çalışma mekânlarının yüzde 70’inde kullanılmaktadır. 1990'ların teknoloji patlamasının damgasını vurduğu açık plan tasarımları halen birçok açıdan tartışmalıdır. 2000'lerin başından sonuna kadar görülen ekonomi devlerinin yükselişiyle beraber oluşan yeni anlayışla çalışma ve yaşam alanlarını birleştiren ofisler, şirketlerin bir nevi gençlik ve ataklık sembolü haline gelmiş durumda.   Bu eğilimlerin devam etmesi durumunda, otomasyona veya uzaktan çalışmaya bağlı ofis tasarımında beklenen devrimsel adım, çalışanların kitleler halinde geleneksel işyerlerinden uzaklaşmasına neden olabilir. Daha koronavirüs ortaya çıkmadan çok önce bu değişimin eski ve yeni konut ile ofis binalarına yönelik etkisi tartışılırken, salgınla birlikte kamuoyundaki bilincin arttığı belirtiliyor. Belki de bu zorunlu deneyim sayesinde, gelecekte insanların çalışma ortamıyla olan ilişkileri daha sağlıklı bir şekle dönüşebilir. Özetle bu sürecin sonucu ve ivmesiyle, zorunlu kitlesel evden çalışmadan sürekli kitlesel evden çalışmaya beklenenden hızlı bir şekilde dönüşebilir.   Her zamanki gibi mimarlığın her tür teknolojik, toplumsal ve kültürel gelişmelerden doğrudan ve öncelikle etkilendiği görülüyor. Bundan da öte, gittikçe kişiselleşen yaşam ve çalışma şartları dünya görüşünü tartışmalarını da gittikçe ikinci plana atarak, kişisel donanım ve beceriyi önceleyecektir. Aynı şekilde katı 8 saatlik evden uzakta çalışma zorunluluğunun gevşemesiyle birlikte, cinsiyet ayırımı veya fırsat eşitsizliği de hafifleyecektir.   Ancak diğer taraftan da artan kürsel salgınlar ve çevresel sorunlar nedeniyle, daha bireysel ve soyutlanmış yaşam tarzları bizleri bekliyor gibi. Yine aynı kürsel çaptaki salgınlar, çevresel sorunlar ve kitlesel göçler, sorunların üstesinden beraber gelmeyi zorunlu kılıyor. Bu çelişkili olduğu kadar çok çabuk değişebilen ve bizi sürekli yeniden zorlayan yaşam şartları, çağımıza damgasını vuracak gibi.   Bu nedenle her alanda ve özellikle mimarlıkta esnek, çok amaçlı kullanıma uygun ve sürekli değişen şartlara uyarlanabilir akıllı tasarımlar, planlamalar ve projeler her zamankinden daha çok önem kazanmış durumunda. Geleneksel yaklaşımlı büyük alanlı proje ve planlamalar, hem çevresel ve ekonomik açıdan yük olmaya hem de birçok açıdan atıl durmaya aday. Tersinden bakacak olursak, yukarıda bahsedilen gelişmelerden hiçbir şekilde pay sahibi olamayan köle işçiliği ve en basit hijyenik şartlardan yoksun yaşam şartları da aynı devasa boyutlarda devam edecek. Çelişkilerin en acısı olarak. Ancak gelişen teknoloji ve zorluklara birlikte, çözümlerin artan esnekliği ve uyarlanabilirliği tam da buralara merhem olabilecek gibi. Hem de tüm alanlarda ve daha küçük bütçelerle.   Bu açıdan koronavirüs benzeri salgınlar evden veya uzaktan çalışma gibi tedbirleri zorunlu kılarken, bazı açılardan devrimsel adımların atmanın istem dışı tetikleyicisi de olabilir.   21. yüzyıl iyi ve kötü birçok sürpriz deneyimin yüzyılı olacak gibi. Zuhal Nakay Y. Mimar, İTÜ/ETH-Zürich   Is Coronavirus the Beginning of the End of Offices?  

Koronavirüs ve Home Office: Zorunluluktan Sürekliliğe

Home Office, yani evin bir bölümünü ofis olarak kullanarak evden çalışma imkânı, günümüzde en cazip çalışma koşullarından biri olarak görülüyor. Özellikle de büyük metropollerde trafikte uzun saatler sıkışmak yerine, evde doğrudan işin başına geçmek ve artan zamanı özel yaşama ayırabilmek çoğu kişinin rüyası ve daha çok serbest çalışanların tercih edebildiği bir seçenek. Ayrıca ev koşullarının da genişlik ve kişi sayısı açısından buna uygun olması gerekiyor.

Ancak tüm bunlardan bağımsız olarak, dizüstü bilgisayar ile cep telefonun varlığıyla bulunduğunuz her yerden iş ortamına bağlanabilme seçeneği, koronavirüs salgınıyla birlikte bambaşka bir boyuta taşındı. İşi veya ev ortamı uygun olsun veya olmasın, salgın dalgasının hızla yükseldiği veya yükselme eğilimi gösterdiği birçok dünya metropolünde karantina sonucu veya şirketlerin özel tercihi nedeniyle milyonlarca kişi evden çalışmaya başladı. Home office, seçenekten zorunluluğa dönüştü.

 

Her ne kadar bu gibi salgınlar geçici olsa da, etkiledikleri kitleler ve yaşam alanları çoğalıp genişliyor. Büyük ihtimal daha da gelişecek olan virüs tipleri, artık günlük hayatımızın kaçınılmaz bir parçası haline gelecek ve en çok yapısal çevremizde yeni çözüm arayışlarına yol açacak. Eğitim, kültürel ve sportif faaliyetlerin de en azından bir süreliğine internet üzerinden takip edilmesi, uzun vadede farklı etkileri ve yaklaşımları beraberinde getirecek.

 

Tüm bu gelişmelerin eşliğinde, aşağıda linkini verdiğim Archdaily’de yer alan makale şu ilginç soruya cevap bulmaya çalışmış: “Koronavirüsü Ofisler İçin Sonunun Başlangıcı mı?”

 

Kuşkusuz üzerinde durmaya değer bir soru.

 

Koronavirüsü nedeniyle bilinen klasik ofis düzeninin tarihe karışması beklenmiyor, ancak bu salgın tüm dünya çapında devasa ölçekte evden çalışma deneyimine neden oldu. Bu haliyle bir sıçramaya yarattıysa da, sadece mevcut trendi hızlandırdı özünde; örneğin ABD’de 2005 yılından itibaren yüzde 173’lük bir artışla 4.7 milyon veya çalışanların yüzde 3.4’ü, Avrupa Birliğinde ise 2017 itibarıyla yüzde 5’i, Hollanda’da yüzde 13.7’si ve Finlandiya’da yüzde 12.3’ü düzenli olarak evden çalışmaktadır.

Evden çalışma aynı zamanda uzaktan çalışabilme de demek olduğundan, şirketler arzu ettikleri üst düzey yetenekleri herhangi bir coğrafi sınır olmaksızın işe alabiliyor. Stanford’un 2017 yılında yaptığı bir araştırmaya göre evden çalışmanın verimliliği yüzde 13,5 oranında arttırdığı, buna karşılık hasta yazılan günleri azaltırken, iş memnuniyetini de yükselttiği belirlenmiş. Ekonomik açıdan ise şirketlerin ofis binaları ve malzemeleri gibi ek yüklerinde azalma kaydedilmiş.

 

Çalışanlar açısından ise daha az zaman ve para giderlerine karşılık, daha kaliteli bir iş ve yaşam dengesiyle beraber daha sessiz ve üretken bir çalışma ortamı artılar olarak ön plana çıkıyor. ABD kökenli Global Workplace Analytics’in gözlemlerine göre, çalışanlar yüzde 80 – yüzde 90 oranında en azından yarı zamanlı olarak uzaktan çalışmayı arzu ediyor. Aynı kuruluş uygun işlerde çalışanların bunu yarı zamanlı olarak evden yapması durumunda, şirket ile çalışanlar açısından 700 milyar dolar tasarruf sağlanacağı, sera gazı tasarrufunun ise tüm New York eyaletindeki işgücünün yollardan kalıcı olarak uzak kalmasına eşdeğer miktarda olacağı belirlenmiş.

Bu yaklaşım ve alışkanlıklardaki değişimlerin ise mimar ve tasarımcılara yepyeni kapılar açacağı varsayılıyor. Mimari her tür bilgi, veri ve modelin dijital ortamlarda hem yerel hem de küresel olarak tüm meslektaşlarıyla BIM modelleri, ortak platformlar ve uzak serverlar aracılığıyla paylaşmanın mümkün olduğunu gören mimarların, tüm bu çalışma modelleriyle ofis veya alternatif çalışma mekânlarının gelişmesinde de kullanmaları bekleniyor.

 

Geleneksel ofis anlayışı kuşkusuz devam edecek, ancak uzaktan çalışma eğilimlerinin mimarlığın üzerinde güçlü etkileri olacaktır. Yapılan tahminlere göre işyerindeki bir çalışma masası günün yüzde 40’ında boş durmaktadır. Gelecekte çalışanların birçoğu haftalık çalışma süresinin yüzde 50’sini büyük olasılıkla uzaktan çalışma şeklinde kullanacağından, ofisler daha esnek tasarlanacak ve bazıları da “uzaktaki ev” gibi düşünülerek, daha çok ev ortamını çağrıştıracak şekilde düzenlenecektir.

Bunun yanı sıra “coworking”, yani ortaklaşa çalışma ile geleneksel ve uzaktan çalışmayı buluşturan bir ara yaklaşım oluştu: Yüksek donanımlı ortak ofislerde çalışanlar, tüm dünyadaki meslektaşları ile etkili bir şekilde iletişime girerken, uzaktan çalışmanın en büyük bir zorluğu olarak kabul edilen fiziksel soyutlanma ve yalnızlık duygusuna kapılmıyor. Neredeyse tüm etkin endüstri kollarında gözlemlenen teknolojik değişimin gittikçe yükselen hızı, çalışma ve yaşam alışkanlıklarımızın tümüyle yeniden tasarlanmasını gerekli kılabilir. Mimarlar, çalışma ve yaşam ortamlarımızı dijital, fiziksel, yerel ve küresel olarak birbirine bağlarken, düzinelerle hatta yüzlerce çalışanı her gün aynı binada 8 saatliğine bir arada toplayan yaklaşımı tümüyle geçmişte bırakarak, henüz var olmayan yepyeni bir mekân türü tasarlamak zorunda kalabilirler.

 

Bu da tabii çok önemli bir soruyu beraberinde getiriyor: Çoğunlukla karmaşık aletler ve donanımlar içeren ve kapsamlı bir çalışma şekline göre oluşturulan mevcut ofis türlerini kentlerin merkezlerindeki yeni yaşam ve üretim şekillerine göre dönüştürmek mümkün olacak mı?

Daha önce ofis türlerinde köklü değişiklikler görüldü. Açık plan ofisleri ilk olarak 1940'larda ortaya çıkarken, günümüzde çalışma mekânlarının yüzde 70’inde kullanılmaktadır. 1990'ların teknoloji patlamasının damgasını vurduğu açık plan tasarımları halen birçok açıdan tartışmalıdır. 2000'lerin başından sonuna kadar görülen ekonomi devlerinin yükselişiyle beraber oluşan yeni anlayışla çalışma ve yaşam alanlarını birleştiren ofisler, şirketlerin bir nevi gençlik ve ataklık sembolü haline gelmiş durumda.

 

Bu eğilimlerin devam etmesi durumunda, otomasyona veya uzaktan çalışmaya bağlı ofis tasarımında beklenen devrimsel adım, çalışanların kitleler halinde geleneksel işyerlerinden uzaklaşmasına neden olabilir. Daha koronavirüs ortaya çıkmadan çok önce bu değişimin eski ve yeni konut ile ofis binalarına yönelik etkisi tartışılırken, salgınla birlikte kamuoyundaki bilincin arttığı belirtiliyor. Belki de bu zorunlu deneyim sayesinde, gelecekte insanların çalışma ortamıyla olan ilişkileri daha sağlıklı bir şekle dönüşebilir. Özetle bu sürecin sonucu ve ivmesiyle, zorunlu kitlesel evden çalışmadan sürekli kitlesel evden çalışmaya beklenenden hızlı bir şekilde dönüşebilir.

 

Her zamanki gibi mimarlığın her tür teknolojik, toplumsal ve kültürel gelişmelerden doğrudan ve öncelikle etkilendiği görülüyor. Bundan da öte, gittikçe kişiselleşen yaşam ve çalışma şartları dünya görüşünü tartışmalarını da gittikçe ikinci plana atarak, kişisel donanım ve beceriyi önceleyecektir. Aynı şekilde katı 8 saatlik evden uzakta çalışma zorunluluğunun gevşemesiyle birlikte, cinsiyet ayırımı veya fırsat eşitsizliği de hafifleyecektir.

 

Ancak diğer taraftan da artan kürsel salgınlar ve çevresel sorunlar nedeniyle, daha bireysel ve soyutlanmış yaşam tarzları bizleri bekliyor gibi. Yine aynı kürsel çaptaki salgınlar, çevresel sorunlar ve kitlesel göçler, sorunların üstesinden beraber gelmeyi zorunlu kılıyor. Bu çelişkili olduğu kadar çok çabuk değişebilen ve bizi sürekli yeniden zorlayan yaşam şartları, çağımıza damgasını vuracak gibi.

 

Bu nedenle her alanda ve özellikle mimarlıkta esnek, çok amaçlı kullanıma uygun ve sürekli değişen şartlara uyarlanabilir akıllı tasarımlar, planlamalar ve projeler her zamankinden daha çok önem kazanmış durumunda. Geleneksel yaklaşımlı büyük alanlı proje ve planlamalar, hem çevresel ve ekonomik açıdan yük olmaya hem de birçok açıdan atıl durmaya aday.

Tersinden bakacak olursak, yukarıda bahsedilen gelişmelerden hiçbir şekilde pay sahibi olamayan köle işçiliği ve en basit hijyenik şartlardan yoksun yaşam şartları da aynı devasa boyutlarda devam edecek. Çelişkilerin en acısı olarak. Ancak gelişen teknoloji ve zorluklara birlikte, çözümlerin artan esnekliği ve uyarlanabilirliği tam da buralara merhem olabilecek gibi. Hem de tüm alanlarda ve daha küçük bütçelerle.

 

Bu açıdan koronavirüs benzeri salgınlar evden veya uzaktan çalışma gibi tedbirleri zorunlu kılarken, bazı açılardan devrimsel adımların atmanın istem dışı tetikleyicisi de olabilir.

 

21. yüzyıl iyi ve kötü birçok sürpriz deneyimin yüzyılı olacak gibi.

Zuhal Nakay

Y. Mimar, İTÜ/ETH-Zürich

 

Is Coronavirus the Beginning of the End of Offices?

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve akillibinam.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.