Bundan önce kaleme aldığım "Sonraki Hamleyi Öngöremediler" adlı yazımı bir okur eleştirmiş. Türk örf ve adetlerine uygun olmayan Survivor gibi rezalet programların böylesi yazılar sayesinde reytinglerini arttırdığını belirtmiş ve neden RTÜK'ün bunlara müdahale etmesi gerektiğine dair bir yorum yazmadığımı sormuş.
Öncellikle şunu belirtmeliyim ki, okurlar bir köşe yazarını ne kadar severek takip etseler de, onunla her konuda aynı fikirde olmak zorunda değiller. Ama anladığım kadarıyla okurda asıl hayal kırıklığı yaratan, dindar ya da inançlı biri olduğumdan, Türk örf ve adetlerini ön planda tutan ve RTÜK'ü göreve çağıran bir yazıyı kaleme almamış olmam.
Oysa yazılarımı takip edenler, siyah ve beyaz şablonlar yerine, her zaman gri tonlarını tercih ettiğimi ve eleştiriyle övgülerimi bu ara tonların yorumlarken dile getirdiğimi bilirler. O gözle bakınca da, söz konusu yazımın satır aralarında Survivor gibi reality show'larına dair birçok eleştirinin yer aldığı görülebilir.
RTÜK'ün olur olmaz her yerde göreve çağrılma konusuna gelince, benim buna karşı kişisel bir alerjimin olduğunu belirtmeliyim. Televizyon programları tabii ki bir üst kurulun denetiminde olmalı, ama bu denetim her şeyden önce tarafsız ve belli bir dünya görüşünü zorla empoze eder nitelikte olmamalıdır. Çünkü öyle olunca, sigara veya bira şişesine kafayı takanlar her nedense yıllardır silah ve şiddet kültürünü gençlerin gözünde adeta bir kült haline getiren vadinin kurtlarına tek bir ihtar vermeyi dahi gerekli görmüyorlar.
Şu örf ve adetlerimizin ya da milli ve manevi değerlerimizin neyi kapsadığını veya kapsamadığını da bir türlü anlamış değilim. Daha doğrusu kafası her kızan milli maneviyatçı kesilip soluğu anında RTÜK ya da savcılıkta alıyor.
RTÜK ya da savcılık, keyfi cezalandırma kurumları mıdır?
Anladığım kadarıyla milli ve manevi duygularımız, tarihi diziler ya da güncel polisiyelerle ilgili pek bir inciniyor da, birtakım yolsuzluklar ve şaibeli kişisel servet birikimleri söz konusu olunca, tınmıyor bile. Ya da dizideki birkaç saniyelik görüntü üzerinden kâr ettikleri düşünülen içki şirketlerine laf atılırken, arka kapıdan global kapitalizmin tüm tüketim markalarını ülkeye buyur etmekte mahzur görülmüyor. Survivor gibi reality show'larında yine birkaç saniyelik bikinili görüntüler çileden çıkarırken, manevi programlardaki bazı arzı endamlar hiç mi hiç rahatsız etmiyor.
Deniz Baykal'la ilgili kasetlerde olayın meydana çıkması değil, kendisi affedilmedi her fırsatta dinsiz imansız ve de ahlaksız addedilen kesimlerce. Buna karşın günahlarla ilgili en şiddetli vaazları verenlerin, bu günahların en şiddetlisinde suçüstü yakalanmasının o tabanda bir yankısı olmadı. Günümüz teknolojisiyle her türlü fotomontajın anında ispat edilebilmesine rağmen, bunun üstüne gidilmedi ya da gidilemedi. Günahlarla ilgili o kadar vaazlara rağmen bikinililerin yanında jetski yapılması, kaprisli lüksün dualanması ya da evladın gösterişli 'kâfir' markalarla flörtü de milli ve manevi duyguları hiç mi hiç zedelemiyor.
Yanlış anlaşılmasın, ben bunların üzerine RTÜK gibi kurumlarla gidilsin demiyorum, ama biraz dürüstlük, tutarlılık ve de gerçek anlamda edep bekliyorum. Bu açıdan da işimize geldiğinde keyfe keder ve biraz da arkasına saklanmak için kullanılan şu milli ve manevi değerlerin her fırsatta başkalarının yaşam zevkine karışmak için alet edilmesine de fena halde sinir oluyorum. Böyle yapılarak milli ve manevi değerler korunamadığı gibi, insanların dinden soğumasına da zemin hazırlanılıyor.
Eğer koruyacak değerleriniz varsa, bir zahmet kaliteli seçenekler sunun insanlara!
Hep söylediğim gibi, çağımız yasaklama değil insanları kazanma çağıdır.
Dün akşam Yapı Endüstri Merkezi (YEM) Rahmi Koç Müzesi'nde "Mimaride Esneklik Ve Ötesi"adlı ilginç bir konferans düzenlemişti yine. Öncellikle muhafaza etmek adına bir şeyler görmek istiyorsanız, Haliç'in kıyısında yer alan bu harika müzeyi gezin derim. Gerçekten de farklı bir zamana yolculuk yapıyorsunuz. Özellikle de eski muhteşem yatların, filikaların ve sandalların yer aldığı bölümdeki yoğun ahşap kokusu ve el işçiliğin eşsiz güzelliği, mekânı inanılmaz bir huzurla sarıyor ve ruhunuza ilaç gibi geliyor. Sergilenen tüm objeler üretildikleri zaman diliminin günümüzde artık var olmayan sabrını ve emeğini usulca fısıldıyor gibiler.
Rahmi Koç Müzesi
Konferansın kendisinde ise, Jeanette Kuo ve Ünal Karamuk adlı mimarların günümüze dair çok ilginç mesajları vardı:
"Biz mimarlığı talepleri karşılamanın ötesinde seviyoruz. Bizim için doğru soru ile başlayan bir proje; mevcut şartların yepyeni bir anlayışına ışık tutar."
"Bizim arzumuz yeni ufukları ortaya çıkarmaya imkân veren bir mimariyi yaratmak. Sınırlamaları dayatmak yerine, birden çok yaklaşıma ışık tutan mekân zenginlikleri ile ilgileniyoruz."
'Doğru soru ile başlamak' ve 'sınırlamaları dayatmak yerine birden çok yaklaşıma ışık tutmak' günümüzde sadece mimaride değil, her alanda doğru, sağlıklı ve kalıcı çözümlerin ve projelerin anahtarı.
Dini de bunun dışında tutamazsınız, özellikle onu yaşatmak ve benimsetmek istiyorsanız. Acaba diyorum, şu milli ve manevi değerlerimiz bazen de modern çağ ile baş edememek ve kendi yetersizliklerimizin üstünü örtmek için mi kullanılıyor. Oysaki sınırlamaları dayatmak yerine birden çok yaklaşımın, yani kaliteli bir seçeneğin parçası olmak gerekiyor, günümüzde ayakta kalabilmek ve insanları kazanabilmek için.
Belki de günümüzün asıl 'cihadı' budur ve her şeyden önce çok emek, sabır ve de birikim ister.
Yasaklama gibi kolay değildir, zaten doğru ve sağlıklı olan hiçbir şey kolay değildir.
Eğer inandığınız değerler sizin için gerçekten de kutsal ve korunmaya değerse, günümüzde var olmanın yegâne yolu budur:
Özünü kaybetmeden esnek kalabilmek
St.Gallen, Konut Projesi -KARAMUK*KUO ARCHITECTS LLC (Orman kenarında bir site, ama herhangi özel koruma, sınırlama ve yapay yeşil alanlar olmaksızın, olduğu gibi doğanın içinde.)
Zürich, Ofis Binası, Çelik Konstrüksiyon Ödülü 2002 -KARAMUK*KUO ARCHITECTS LLC (İsviçre gibi muhafazakâr bir ülkede ender görülen modern kulelerden.)