Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Atatürk Orman Çiftliği arazisine inşa edilen Başbakanlık Hizmet Binası'nın fotoğrafını görünce, aklıma gelen ilk bu oldu: Star Wars denilen kurgu bilim filminde yer alan bir Neo-Osmanlı sarayı.
Yazıma devam etmeden, yazdıklarımın a veya b partisiyle değil, genel bir mimari ve toplumsal yaklaşımla ilgili olduğunun altını çizmek istiyorum.
Bilindiği üzere Osmanlı ve ondan önceki atalarımızdan bize son derece zengin kültürel bir miras kalmıştır. Bu mirasın en etkili görsel bileşenleri kuşkusuz ki çeşitli devirlerden kalma tarihi yapılarımız ve semtlerimizdir. Bu hazineyi koruma ve tarihi işlevine uygun kullanma konusunda ise her anlamda sınıfta kalmış bir milletizdir. Hem de her toplum kesimiyle.
Tarihi yapıları ve semtleri bir bütün olarak korumayı ve yaşatmayı becerememişken, yeni yapılan binalarda onlardan esinlenen mimari üslup geliştirme gibi riskli bir işe de soyunmuş bulunuyoruz. Belki de buna bu kadar kolay cesaret etmemizin asıl nedeni, temelde var olmayan tarihi kültür bilincimizdir. Çünkü böylesi bir bilince sahip olsaydık, sanat ve estetik konusunda zirve teşkil eden Osmanlı veya diğer farklı tarihi dönemlerin eserlerini bu denli fütursuzca taklit etmeye kalkışmazdık.
Zira tarihten esinlenerek, günümüz modern yapı teknolojisi ve yaşam şeklini harmanlayarak sentez bir mimari ürün ortaya çıkarmak, gerçek anlamda ustalık isteyen bir uğraştır. Üst düzey bilgi, donanım ve birikim gerektirmektedir. Bunlar yoksa ortaya ne yazık ki ucuz ve de uçuk taklitlerin çıkması kaçınılmazdır.
Yeni yapılan Başbakanlık Hizmet Binası konusunda bilim kurgu filmlerine referansta bulunmam da bundandır. Tarihi çeşmeler tek katlı küçük bir yapıya uzun saçaklarla gölgeleme işlevi kazandırırken, aynı zamanda eşsiz bir estetik görsellik de sunuyorlar. Oysa aynı saçakları günümüz yüksek binalarda ana yapıdan yükselterek uygularken, hem gölgelik işlevini sıfıra indirmiş hem de çatıyı adeta uzaya fırlatılan bir Osmanlımsı uzay gemisi havasına büründürmüş oluyorsunuz. Roket misali dizdiğiniz sütunların arasına yerleştirdiğiniz incecik kafesli pencerelerle ise iç mekânda gün ışığından yeterince yararlanmanız mümkün değildir. Ayrıca o yüksek mekânların açılan o minnacık pencerelerle doğal olarak havalandırılması da güçtür.
Tarihi yapılarımızda ise camilerden saraylara ve köşklerden yalılara, her şey işlevine son derece uygun, ölçekli ve dolaysıyla doğası gereği estetiktir. Taklitlerinde ise işlevsizlik, ölçeksizlik ve estetik yoksunluğu öne çıkmaktadır. Tarihi referansta bulunarak günümüz teknoloji ve işleviyle bir sentez tasarımı ortaya çıkarmak bu yüzden her kişinin harcı değildir. Ancak bundan da öte, böylesi yoğun kültürel ve tarihi mirasa sahip bir ülkede, ucuz taklitlerle geçmişi yaşatmaya çalışmaya hiç gerek yoktur. Çünkü geçmiş zaten her adım başında karşınıza çıkmaktadır, onu korumak ve yaşatmak tarihle iç içe var olmamanız için fazlasıyla yeterlidir.
Eğer günümüzde sembolik anlamda binalar inşa etmek istiyorsanız, yarının multi konfor binalarını tasarlamanız gerekmektedir: Bio-iklimsel, enerji etkin, sürdürülebilir, tam yalıtımlı.
Böylesi sembolik binalar için de başbakanlık hizmet binası gibi resmi yapılar aslında son derece uygundur. Akıllı veya yeşil veya multi konfor veya pasif yapılar olarak adlandırılan örnek yapılarla, tüm ülkenin çevre bilincini ve de prestijini bir anda yükseltebilirsiniz.
Ancak bunun için en önemli adım, binayı doğru konumlandırmaktır. Atatürk Orman Çiftliği gibi yeşil bir hazinenin içine bina inşa etmek, günümüz çevreci anlayışıyla tümüyle çelişmektedir. Ayrıca farklı kesimlerde manevi değeri böylesi yüksek olan ortak bir mirasın ortasına yapı kondurmak, her şeyden önce toplumsal barışı zedelemektir. Temelinde anlaşmazlık ve kırgınlık olanlar ise baştan "hasta" yapılardır. Dünyadaki bilinen sembolik binalar genelde tüm toplumun sahip çıktığı ve gurur duyduğu yapılardır. Uzlaşma ve anlaşma bir binanın en sağlam temelidir.
Bu konuda ilk Pasif Ev sertifikalı Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Ekolojik Bina Projesi çok güzel bir örnektir: Hava toprağın altından geçirilerek 2-3 derecelik ısı kazancı elde ediliyor. Havalandırma sistemi için kullanılan klima santrali ısı geri kazanımlı. Evi ısıtmak ve serinletmek için kuyudan alınan suların enerjisini kullanarak, enerji tüketimi minimum seviyede tutuluyor. Lavabolardan alınan su arıtılıp rezervuarlara gönderiliyor (buna gri su kullanımı deniliyor, içme suyunun tuvaletlerde kullanma israfının önüne geçiliyor.) Yağmur suyu da filtrelerden geçirilerek bahçe sulamada kullanılıyor.
Gaziantep Ekolojik Bina'nın kuzey cephesi, güneş enerjisiyle çalışan aydınlatmaları ve yerel bitkilerden oluşan bahçesi.
Ancak tüm bu detayların işlev kazanabilmesi için, binanın kuzey cephesine mümkün olduğunca pencere açılmamış olması, buna karşın güney cephesinin ise mümkün olduğunca fazla gün ışığı alması gerekiyor. Çevre sertifikası alabilmek için, binaların gün ışığından azami ölçüde yararlanması gerekiyor. Yazın güneşin iç mekânı fazla ısıtmaması için de yapısal veya doğal gölgeleme sistemlerine başvuruluyor. Ayrıca yeşil çatı uygulamasıyla Gaziantep'teki ekolojik binanın yazın serin ve kışın da sıcak tutulması kolaylaşıyor. Bu da ısıtma ve soğutma enerji gereksimini çok düşürüyor.
Vardığımız teknolojik seviyeyle artık yüksek binaların tepesine bile yeşil parklar kondurmak mümkün. Bu sadece binanın kendisinin değil, çevresinin ve fazlaca uygulandığında tüm bir şehrin yazın daha serin ve kışın daha ılıman bir iklime sahip olmasına yardımcı oluyor. Gaziantep örneğinde çatıda yerel bitkiler kullanılarak, bakım ihtiyacı da asgari düzeye indirilmiş durumda. Sıcak su ihtiyacı güneş panelleri, elektirik enerjisi de fotovoltaik panellerden sağlanıyor. Aslında bu açıdan sadece Gaziantep değil, tüm Türkiye bir güneş ve rüzgâr, dolaysıyla alternatif enerji cenneti.
Güneş panelleri ve fotovoltaik paneller
Diyeceğim, günümüzde mimari çok farklı bir yöne evirilmiş durumda. Artık binalar tümüyle güneş alma durumuna göre konumlandırılıp tasarlanıyor. Her biri kendi enerji ihtiyacını üretecek hale getiriliyor. Yağmur suyundan olduğu kadar, ev içi atık sulardan da azami düzeyde yararlanılıyor. Çatılar yeşillendirilerek, enerji israfının ve betonlaşmanın önüne geçmeye ve şehirlerin iklimini yumuşatmaya çalışılıyor. İspanyol mimar Enric Ruiz Geli'nin projeleri bu konuda kuşkusuz ki çok önemli öncü bir rol taşıyor.
Ne diyelim, darısı bizim başımıza!
Eğer benim elimde böyle bir imkân olsaydı, başbakanlık hizmet binası gibi projeleri bu akıllı çevreci prensiplere göre tasarlayıp inşa edebilmeyi çok arzu ederdim. Bu çevre bilinciyle sürdürülebilir ekolojik siteler, semtler ve şehirlere kavuşmayı becerebilirsek, nükleer santraller gibi ölümcül enerji kaynaklarına kesinlikle ihtiyaç duymayacağız.
Hala geç kalmış değiliz!
Ancak terk edilen taş ocaklarını bile anında göllete çeviren inanılmaz aktif eko-sistemiyle Kuzey İstanbul'u köprü trafiğine ve imara açarak, çok büyük çevresel bir katliam işliyoruz.
Kuzeyden esen o güzelim ferah rüzgârlar, artık ne öylesi ferah ne de öylesi temiz olabilecek. Yeni trafiğin ve de havaalanının tüm kirliliğini şehrin üzerine üfleyecekler. Yok olan son yeşil kuşağımıza ve su havzalarımıza ise yeni nüfus artışı eklenecek.
Ne olur, siyasi ve dünya görüşünüzden bağımsız olarak bu uyarılarıma kulak verin!
Biliyorum, vicdanınız bana hak veriyor.